11 Ağustos 2008 Pazartesi

Yıllarca göremediği kuzenini PWAda buldu!

Dan Abimiz kilo almış...

İlginç yahu, annemler gitti İzmir'e ben Çeşme'deyim. Bonfil kardeşimizi gördüm, bir dondurma ısmarladım kendisine. Eve döndüm, oda toplama bahanesiyle-ev hala satılık olduğu için evi toplu tutmam gerekiyormuş- msnde sağa sola saldırdım. Gerçi herkese saldırım aynı şekilde olmadı, ama çoğunlukla kitledim insanları. Aldım biramı, filmi seyrettim, beklediğim kadar iyi değil, ama bir beklentim de yoktu zaten. Güzel ayrıntılar vardı filmde, güzel ayrıntıları severiz.

Sonuç olarak gittim yattım Nilgün Teyzeler'de, fırtına koptu, bir saate kalmadan yağmur başladı. Uyandım. Uyudum. Kedi geldi. Uyandım. Uyudum. Kedi miyavladı, uyandım, baktım dışarı çıkmak istiyor, balkonun panjurunu açayım dedim. Kalktım, baktım Menevişler gelmiş, Meneviş beni görünce özür dilemeye başladı (neden?!), bense sevgiyle doldum (sanırım uykulu haldeyken bi hipiye dönüşüyorum, ya da kafa yapıyor gibi bi şey). Sonra Zeynep de geldi, beni yatırdılar ve kafama dikilip "İpek? Naber? Ahahaehaha...İpek? Nasılsın? Naber? Hohehahahea... Yarın işe mi gideceksin İpek? Bussiness woman?! Haehahaeha... İpek? Naber?" şeklinde repliklerle bilincimin içine ettiler. Hani benden burada beklenen sesimi çıkarmamam ama içimden küfretmem, ama ben sevgiyle doldum yine. Yani bir yandan düşünüyorum, lan kızmam lazım, sabah erken kalkıcam, zaten uyuyamadım, ama kızamıyorum, hatta sırıtıyorum. Anaç duygular yine. Fazla anaçlık. İyi değil be:)

Neyse, bütün gece rüyamda ekmek fotoğrafları (?) gördükten sonra sabah yedi buçukta kalktım, evime gittim, hazırlanıp muhteşem organizasyon PWA'nın yolunu tuttum...

Ekip aynı ekip. Frank, Roberto, Hugo, Cemal Abi, Kemal Abi, Gülden Abla... Bu sene tabii geçen seneki elemanlar yok, yenileri gelmiş, hakem ekibine Sparkey adlı dünya tatlısı bir herif katılmış (Spark, bu da sana kapak olsun ahahah), ilginç bir şekilde yarışçıların yaş ortalaması düşmüş... Pek fotoğraflarını çekemedim henüz beraber çalıştığım insanların, ama çekmişimcesine kabul edebilir ve şu fotoğraftaki iki insanı Frank ve Gülden sayabiliriz. Arkada çekirdek çitletircesine yürüyen adam da Hugo olsun.

Bu arada, benim tanımadığım bir kuzenim var. Daha doğrusu, aslında tanıştık, -tanıştırıldık-, yanlış hatırlamıyosam Bodrum'da, yanlış hatırlamıyosam ilkokuldayken. Yaklaşık 5 saniye süren tanışıklığımız ilerlememekle kalmadı, unutuldu bile. Üstelik, Kemal Abi'yle yıllarca muhabbet içinde olduk, kaç kere görüştük, Mert yok. Şimdi bu fotoğraftaki sörfçü abimizi Mert sayarak kendisine şunu demek istiyorum: Mert, naber?


Evet, Mert'le tanıştım. Evet, Russel Crowe suratlı bir kuzenim var. Evet, çizim falan yapıyormuş, iyi herifmiş. Evet, o kadar tanışmıyoruz ki sabah tanıştığımız halde ismimi akşamüstü öğrendi. O derece.
Bunun dışında aynı her şey geçen seneyle. Yine kuledeyim, yine kayıt tutuyorum. Yine komik insanlar. Yine sörfle hiç alakam yok. Tek fark şuydu bugün, geçen sene hava çok sıcaktı, bu sene kulede donduk. Bildiğin donduk...

Ali Bey sayesinde Ilıca'ya döndüm, beni bırakan teyzesine de Migros'ta bırakmasını, yürüyüş yapacağımı söyledim. Yani evet, zahmet olmasın diyeydi, ama hakkaten yürüyesim de vardı. Üstelik canım bir şeyler yemek istiyordu ve o sırada ne yiyeceğimi bilemediğim için herhalde dondurma alırım diyordum...


Ve o an onu gördüm... Midye... Midyee... Migros'un önüne tezgah açmış abim. Hemen aldım, eve gidene kadar yedim yedim, keşke daha fazla alsaydım dedim, sağlık oldu. Bir yandan kafamda "soft skies no lies", kalbimde midye aşkı -evet, uzunca süre bu şarkıyı gönderebileceğim kimse olmadığı halde niye dinleyince sırıtmaya başlıyorum diye düşündüm, ve midyeye göndermeye karar verdim. Midye.


Ne diyordum? Menevişlere geldim, çıktık, Zeynep aldı bizi, Efe ile MErtlere gittik. Sahile inmeceler olsun, dürüm yemeceler olsun, film çekmeceler olsun (çekmece?) (bunu çok yapar oldum, biri beni durdursun) pek güldük, pek eğlendik.

Şimdi de uykum var, feci. Gözlerim yarı kapalı olarak yazıyorum şu son satırları. Ayrıca bu kadar devrik bir cümle kurunca içimden şairane-depresif-seksenler-siyahbeyaz bir şekilde devam etmek geldi, ama nasıl üşendim anlatamam. Uluç'a buradan kendini ünlü hissetsin diye selamlarımı gönderiyorum bir de. Ağlama len.

İşte hayat böyle burada.

on a rainy day, let the children play, all the games inside, come and take ride...

Sivrisineklerden nefret ediyorum...

Gidip guruyla oturayım bari...:)

Hiç yorum yok: