29 Mayıs 2010 Cumartesi

"The sunlight's good for us"

Evet, beleşçiyiz, evet, PDR öğrencileri olarak arka planı biz yaptık...

Gönül sürekli mezun olmaktan, ne yapacağını bilememekten falan bahsetmek istemiyor, ancak (az önce telefonda Ece Hanım'a da belirttiğim gibi) hayatım şu ara üç şeyden oluşuyor, biri de bu. Şu durumda, gönlümün de istekleri doğrultusunda ilerleyince, buraya çok yazacak bir şey kalmıyor.

Yine de haftaya dair bazı haber başlıkları ise şöyle:

"Fotoğrafçılar öfke kustu: Flugtag'deki yüksek fotoğrafçı popülasyonu halkta soru işaretleri yarattı. Boyu uzun olan fotoğrafçılar fotoğraf çekmeyi başarabilirken, boyu ortalama ve ortalamanın altı olanlar, sağdan soldan giren kafalarla uğraşmak zorunda kaldı. Ayrıca kalabalıktan ve sıcaktan bunalan emekçiler, 'bu sıcakta buraya gelerek zaten aslında bunu hak etmiş olduk' dedi."


"Pdr'den bu yıl mezun olan bir grup öğrenci ve onların öğretmenleri Ağaç Ev'de toplandı. Basın mensuplarının içeriye alınmadığı özel toplantının çok gizli fotoğrafları için tıklayınız."



"Denemesine bile göz atmadan girdiği TOEFL sonucunu öğrendiğinde egosu patlayan genç kız yoğun bakımda. Doktorlar hastanın durumunun iyiye gittiğini, ancak bir süre daha hastanede kalması gerektiğini vurguladı."

"Küçük kızlara zorla etkinlik yaptırmaktan tutuklanan Nil İpek Hülagü, ifadesinde 'Bana bunu zorunlu kılanlar utansın, hem kızların da hoşuna gidiyordu, ühühü' dedi."




20 Mayıs 2010 Perşembe

Mailgrubu olan insanlarız



pdrboun2005@yahoogroups.com a üye olan herkes, ya da başka bir deyişle bütün sınıf, asıl bölüm çayından bir hafta önce bir takım toplaşmalarda bulundu. Kızlı erkekli, tüm sınıf üyelerinin marifetlerini sergilediği gayriresmi çaya Görkem Bey leziz sosisli milföyleri, Nil İpek Hanım ise deneysel havuçlu keki ile katıldı. Söz konusu milföyler büyük şaşkınlık ve sükse yaratırken, havuçlu kekin de beğenilmesi üzerine Nil İpek Hülagü "Vallahi aslında portakallı yabacaktım, ama Şok'ta portakal kalmamış, baktım havuç vardı havuçlu yaptım" derken, sırf üşengeçliğinden ceviz bile koymadığını itiraf etti.

Şekil 1.a - Genç danışmanlarda milföy tüketimi

Şekil 1.b - Genç danışmanlarda genel tüketim..

Zaman zaman tepkilendiğim, zaman zaman sevgiyle dolduğum bölümüm ve mesleğim bir yana, 4 senedir içinde bulunduğum sınıf başka bir yana. Herkesle tek tek hayatımın geri kalanında da görüşeceğim, iletişimi koparmayacağım nasıl büyük bir yalan olur farkındayım, ama zamanla birlikte okuduğunuz her insana, hoşlanın ya da hoşlanmayın, belli bir anlam yüklüyorsunuz, ve çevrenizi saran sınıfın, sınıftaki tek tek her kişinin, aniden yok olması fikri, sona yaklaştıkça daha çok ortaya çıkıyor. Ve koyuyor, haliyle.

Daha bir ay var, hemen hemen. Final dönemini saymazsak bir hafta aslında, mezuniyeti sayarsak bir buçuk ay. Hesaplamalar değişebilir, ama son ders çarşamba günü beşte bitecek, biz de hiçbir şey olmamış gibi, farkında olmadan dağılacağız. Hatta belki zamanla da çok aklımıza gelmeyecek, bilmiyorum. Ama şu anda bunun farkına varmak biraz üzüyor beni.


Biraz da mutlu ediyor aslında, sonuçta buna üzülüyor olmak, 4 yıl beraber okumanın anlamından geçiyor, ve eğer üzülmeseydim, bu daha can sıkıcı bir durum olurdu. Tanıma fırsatı bulduğum herkesi tanıdığım ve sevdiğim için mutluyum. Bu 4 yılı anlamlı kılan birçok şeyden biri sonuçta, sınıf.

Çok mu duygusal oldum aniden? Hereloy höroloy. Çok daha sıkıldığım, çok daha dert ettiğim gerekli gereksiz şeyler arasında bunu unutuvermişim, üzerine düşününce anladım. Diyorum ya, bir şekilde okulun bittiğini muhtemelen fark etmeyeceğiz bile, ve 40 kişilik bir bütünlük aniden evrenin derinliklerine doğru dağılacak, ne garip.
Bu insanlar da en bir güzeller (bananas unrelated)

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Müslüm Gürses'in aslında bir büyük dayı olması

Evet, çok uzun zamandan beri ilk defa "gaza gelen" Nil İpek Hülagü, fotoğraf makinasının pillerini şarj etmiş, makinayı çantasına koymuş, tek başına konsere gidiyor olmanın hüznü ama fotoğraf çekecek olmanın gururuyla yola çıkmıştı. Ümidi, konserlerin başlamış, ama alanın henüz çok dolmamış olmasıydı, böylece hem kolayca kendine fotoğraf çekecek iyi bir yer bulabilir, hem de çok vakit kaybetmezdi...

Ancak alana vardığında daha soundchecklerin bile başlamamış olduğunu, ortalığın da henüz dolmadığını gördü kahramanımız. "Keşke yanıma oyalanacak bir şeyler alsaydım lan" diye düşünürken bir yandan tanıdıkları dürtükledi. Öğrenci kimliği olmadığı için alandan da çıkamayan zavallı kız yapacağı en mantıklı şeyin en önde durup soundcheckleri izlemek olduğuna karar vermişti.


Tabii her ne kadar çok sıkıntılı gözükse de buradan, aslında iyi etmişti, zira alan yavaş yavaş doluyordu, ve evet, Ayşegülnazcan en öndeydi. Ünlü kontrbas virtüözü Umut Bey'in de katılımı ve Kırmızı adlı metal grubunun da etkisiyle ortam aniden şenlendi, headbanglerin, bağırışların ardı arkası kesilmedi...

Zaman kısıtlamasından dolayı ancak 4 şarkı çalabilen (ki sadece Müslüm'e gelenler buna sevindiler) Kırmızı'dan sonra beklenen an gelmişti; Müslüm Gürses sahneye çıkacaktı. Yaylılar kuruldu, Müslüm Babamız uzaktan gözüktü, alkışlar kıyametler falan derken, evet Müslüm Gürses sahnedeydi.

Saygılar...

Tonmeister öküzlükleri ve çok uzun süre Müslüm Gürses'in sesinin duyulmaması bir yana, sahnede şunu fark ettik ki, tam bir "büyük akraba" Müslüm Gürses. Yani, büyük dayı olabilir, büyük amca olabilir. Derslerimizi sorup, babacan babacan gülümseyip "heh heh hadi bakalım" diyen bir dayı resmen. Dünyanın en sevimli adamı falan, ya da bize öyle gösterdi kendini,
bilemedim.
Şekil 1.a - Tonmeister öküzlüklerinin müzisyenler üzerindeki etkisi

Hoş bir konser, bol bol fotoğraf ve ve bunlara bağlı mutluluk konulu bir gecenin de bu şekilde sonuna geldik sayın seyirciler. Hayat hep karşımıza böyle konserler çıkarsın, saygılar...

14 Mayıs 2010 Cuma

Laboratuvar B, 8 nolu bilgisayar, 23 nolu dolap

  • "TOEFL'a Girmek" adlı kitabımda metropol insanının yalnızlığını anlattım, genç yazarlara bir ışık olmak istedim... Ya da sadece Toefl'a girmiş olabilirim.
  • Evet evet, yine bir maddeli yazı, ama tek nedeni elimde fotoğraf olmaması. Zira geldikten sonra makinayı çantasından bile çıkaramamış, pillerini bile şarj edememiş idim. Kısmet bugüneymiş, evet, makina çantasından çıkıyor, macera başlıyor...
  • ... diyorum da aslında üşenmeye çok meyilliyim.
  • Lemur resmen üşenmedi, resmen konser verdi, hakkaten şaşıyorum. Üstelik söz konusu konserde 4 eski, 3 yeni şarkı vardı, düşünün o kadar ekstrem bir durum. Tabii "7 şarkıyı da çalalım ya nolur çalalım" kafasıyla soundcheck almamış, şarkı aralarında konuşmamış olmamız pek hoştu, nitekim soundchecksizlik ruhumuza yansıdı ve sahneden dünyanın en mutsuz, kendi grubundan en tiksinmiş insanları olarak indik. Ama dediler ki iyiymişiz, biz de iyi dedik, sırıttık. Sonra yine kayıt mayıt dedik de, hayırlısı tabii...
  • Çok çirkin insanlar olduk, ama çok eğleniyoruz, onu nabıcaz?
  • Lemur demişken, Lemur'un bir ara güney çimleri gitarla ve çaylarla, kurabiyelerle işgal edeceğini biliyor muydunuz? Evet evet, beklediğiniz gün geldi (ha?).
  • Sanırım evi toplamayacaksam dağıtmamayı da öğrenmeliyim, evet...

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Yora-Ars Longa konseri ve leherey lohoroy



Önnot-1: Bugün 7 Pink Floydlar ve 2 Prenses olarak Bronx Pi'de, yarın ise Lemur olarak Taşoda konserlerindeyiz. Bugün 3 saatlik bir repertuar, yarın 3'ü yeni olmak üzere 7 şarkımız var. Buradan halka sesleniyorum; 7pf2p'ye de gelin, Lemur'a da. Hele ki Lemur üşenmiyor, düşünün, sahneye falan çıkıyor, üstelik okulda, şuracıkta. Gelmezseniz çok hard rock çalmaya başlayıp sahnede gitar kıracağız. Lemur'un geleceğini düşünün, Deniz'in gitar kırarkenki görüntüsünü düşünün ve gelin.

Önnot-2: Taşoda'da bir iki grup dışında izleyememenin mutsuzluğunu yaşıyorum resmen şu an. Baya mutsuzum. Mispis'i kaçırmamaya çalışsam, Ars Longa'yı bir şekilde seyretsem, HLP, Yora ve Spooky kesin kaçıyor. Mutsuzluk...

Önnot-3: Olsun yahu 7pf2p var, 7pf2p candır.

Evet, konuya dönersek nihayet tee 2 hafta önceki Yora ve Ars Longa konserinden bahsedebilirim artık.




Artık çok konser fotoğrafı çekemeyen bir insan olduğum için "Abi Ghetto'da konser veriyoruz, gel çek" demeseler de sanırım konsere gidip fotoğraf çekebilirdim, maksat fırsatı bulup çekmek. Bir de bilirsiniz ki Yora sever bir insanım, takip eder bir insanım, gördüğüm yerde dürtüp naber diyen bir insanım. Dolayısıyla, Deniz Hanım'ı da alıp kendimi Ghetto'da bulmam aslında pek de anormal değildi o gece için.



Gece boyunca "DJ ile kanka olmaya çalışan kız" görüntüsü sergileyebilmek için Serdarcharliebrown'u kitledim biraz, o da bana Jarvis Cocker Cdsi verdi bu performansım üzerine. Bir de yolda aniden rastladığım bir Ege Bey, dönüş yolumu sağlayarak gecenin kahramanı oldu resmen. Ama konu bu değil.



"Evet, bu fotoğrafı neden sevdim? Nasıl sevdim? Fotoğrafın arkasında kimler var? TSK'nın bu fotoğrafla ilgisi ne?" gibi sorular vardı hatırlarsanız. Hatırlamıyorsunuz değil mi allahsızlar. Neyse, diyeceğim şu ki bu fotoğraf sevgiyi, barışı, kardeşliği anlatan bir fotoğraf...

Yok lan yok. Fotoğrafta Ozan'ın duygusuna, pozuna, klavyeye yaklaşımına hastayım. Bir de, aslen, megalomanlık yaparsam, çektiğim açıya ve bu pozu yakalayışıma. Evet evet, baya içimdeki megalomana "yürü ya kulum" diyen bir fotoğraf bu her baktığımda, neden bilmem, sanırım farklı geldiği için gözüme.

Son olarak hatırlatıyorum, konserlere gelin. Bakın konserler ne güzel. Çok güzel konserler. Gelin konserlere.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

İskan bakanlığı ve bir takım ülkeler








  • İlerleyen günlerde değişime ve dönüşüme uğramış olsa da, bu yazıda göreceğiniz fotoğraflar, sevgili tatilimizin temasını net bir şekilde göstermektedir. Evet, gezinin teması sandviç hazırlamak, ton balığı depolamak, ve bunları tüketmek üzerinedir. En sona bir tane dondurma yediğimiz karışmış, ama orada zaten nispeten lüks yaşamaya başlamıştık.
  • Öncelikle, hastasıyım İsveç'teki akrabalarımın. Onları ilk defa kendi evlerinde, kendi şehirlerinde ziyaret etmenin bu kadar anlamlı olabileceğini hiç tahmin etmemiştim ben. Tekrar tekrar tanışır, tekrar tekrar saygı duyar gibi.
  • Carlsberg'in fabrikası çok güzel. Çook güzel, öyle böyle değil. Müzenin pazartesi günü kapalı olduğunu akıl edemeyecek insanlar olduğumuzu inkar etmiyoruz, ama bir yandan da yanlışlıkla müze yerine gerçek fabrikaya girmiş olmaktan pek memnunuz. Yahu bir fabrika sanat eseri olur mu? Fabrika bacası dediğin beton olur, en fazla boyanır, ejderhalar ne ola? Fabrika duvarında neden büstler var? Bu fabrika neden bu kadar güzel? Ve neden bütün mahalle fabrika ulan?
  • Genel bir şans vardı üzerimizde galiba, gerek ev sahiplerimiz Çiğdem, Ayşegül ve Ülkü açısından olsun, gerek Helsinki'de geçireceğimiz bir günün bu İskandinavların baharın gelişini kutladıkları Walpurgis Day'e denk gelişi olsun.. O değil de, biz kontrol ettik, bahar gelmemişti, neyi kutluyorsunuz allasen demek istedik ama saygısızlık etmeyelim dedik. Yoksa bir de hepsi çok zibidi, içip içip oynadılar bütün akşam.
  • Ve evet, Danimarka'da göl, İsveç'te liman manzaralı evde kaldık.
  • Peki biz nereden bilebilirdik İsveç'te çeşit çeşit çay, Finlandiya'da çeşit çeşit kahve olacağını? Evet, kültürel gezilerimizin bir bölümünü aslında market gezmeleri oluşturdu, çay-kahve konusunda biraz kontrolden çıktık. Seven Elevenlar en yakın dostumuz, ICAlar en büyük sırdaşımız, meyveli yoğurtlar omzunda ağladığımız arkadaşlarımız oldu.
  • Üç ülke boyunca taşıdığımız konserve balıklardan birini havaalanında tüketerek birkaç kişinin tiksinerek ölmesine neden oldum. Pişman değilim, yine olsa yine yaparım.
  • Tabii ki kimseye hiçbir şey ifade etmeyecek, ama bizim muhtemelen deliler gibi güleceğimiz bir sürü anı biriktirdik Ece Hanım ile, biriktirmesek ayıp olurdu. Bir haftanın sonunda, ellerimiz dudaklarımız çatlamış, pislikten, omuz ve ayak ağrısından ölür hallerde gezinirken artık bünyeler bile ortak çalışıyordu, ve aslında bu biraz korkutucuydu. Neyse ki ayrılabildik, artık kendi açlığımı, kendi mide bulantımı falan yaşayabiliyorum. Huh.
  • İsveç'ten geçip bir IKEA göremeden döndüm ya, ona yanıyorum. İsveç köftesi bile yemedim, düşünün artık:)
  • Daha ne diyeyim? Tuhaf ama güzel geçen tam bir haftada, yaldır yaldır gezmeler, İskandinav mimarisine doymalar söz konusuydu. Bir tatilin daha sonuna gelirken, Ece'ye yol arkadaşlığı, Çiğdem'e, Deniz'e, Ayşegül'e ve topyekün Holago ailesine ev sahiplikleri için, Eurohostel'e katkılarından dolayı teşekkür ederiz.