29 Ağustos 2009 Cumartesi

Bekledi... Biliyorum, bekledi...


Evet, bu gece nihayet uzun zamandan beri beklenen "Bekledim" görselini bitirdim. Güzelliği tartışılır, içime sinen ve sinmeyen yanları var, ve hala tablete tam alışamadım. Alışacağım elbet, zamanla, ama konu bu değil...

Efenim görselini yaptığımız Emir Bey şarkısı şudur ve çok güzeldir. Dinleyin!:

Bekledim

Dipdipnot: Kafada çizilecek şeyler var. Oh oh, bir sürü şeyler var.

25 Ağustos 2009 Salı

"Biz de bir zamanlar zibidiydik..."



Ben Depeche Mode sevmem. Bu şarkıyı da sevmedim zaten. Ama ben adamların seksenler başında bu kadar zibidi olduklarını bilmiyordum lan. Ha, zibidiler diye sevgi seli oldu mu, hayır, hala sevmiyorum. Zaten nakaratta direkt klasik depeşmöt akorlarına geçiyorlar.

Ama en azından bu klipte adamları dövesim gelmiyor. Yaşları da küçük. Zibidiler sizi...

23 Ağustos 2009 Pazar

Tüm lemurlar ve kendini lemur hissedenler

1- Evet, grup arkadaşlarımı özledim. Müzik adına bir şeyler yapmaya çalışıyor olmayı özledim. Ama insanları çok özledim. Sadece Lemur'u değil, 7pf2p'yi de, Emir Bey'i de. Hasret içerisindeyim, niheh.

2- Gezegenler ve yıldızlar gösteriyor ki bu sene de yurttayım, ama bu sefer tanımadığım 3 kişiyle. Sakıncası yok, hayırlısı bakalım...

3- Yüksek lisans istiyorum da bakalım yüksek lisans beni istiyor mu?

4- Babamın, kendisiyle konuşurken, uyuduğu için ancak "hııı" diye onaylayan anneme cevabıdır:

"Bir kocanın söyledikleri diye bir kitap yazacağım ve bir takım bilirkişileri söylediklerimi doğru mu yanlış mı, onaylaması için çağıracağım. Çünkü eşim sadece hııı hmmm diye onaylıyor. Sonra söylediklerimin doğru ve önemli şeyler olduğu anlaşıldığında benimle röportaja gelecekler ve soracaklar: Bu yazdıklarınızla ilgili zevceniz ne düşünüyor?..."

Annem uyuduğu için bu monologun hiçbir kısmını hatırlamıyor.

5- Haftaya İzmir'deyim. Hem de 5 gün. Oha.

6- Ayrıca bir haftadır o kadar bir şey yapmıyorum ki, o kadar olur.

7- İnsanların hayatında All Starlar var. Şey gibi, yani bu insanlar aynı takımda oynamıyorlar, aynı arkadaş grubunda değiller mesela, ama kategorilerinde en iyiler. Arkadaş All Star yapsan, bu arkadaşlarının aynı grup içinde anlaşacakları kesin değil, ama işte hayal dünyası, belli kişileri aynı masada görmek istiyor insan.

8- Bugün şunu fark ettim bir kez daha, lise hazırlıkta manyaklar gibi Enigma dinliyordum ben. Tamam, iyi hoş da niye?

9- Burada dana kadar sivrisinekler var amca. Öyle ki elimle öldürmek istemiyorum, yıllar önce verilen ve hiç kullanılmayan Hedehödö Optik çantasıyla vuruyorum kafalarına kafalarına. Ölmüyorlar bir de şerefsizler.

10- Çeşme'den çok Çeşme'deki evi seviyor olabilirim. İzmir'den çok da İzmir'deki evi. Yani yaşadığım şehirlerden çok yaşadığım yerleri seviyor gibiyim. İstanbul'da ev olmadığı için orası klasman dışı, ama evleri seviyor olmam da yerleşim birimlerine haksızlık sayılmasın, seviyorum İzmir'i de, Çeşme'yi de. Hastasıyımg.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Sörfe doyamamak

Hayır, hala sörf yapmıyorum. Evet, hala myga'dayım. Neden bilmiyorum.


Şöyle ki; evet, Frank de, Meneviş de beni sörf tuzağına düşürmeye çalıştı ve ben, dünyanın sporla en en en alakasız insanı olan ben tabii ki kolayca reddettim. Hala da denize bakıp "ah keşke sörf yapsam" demiyorum, hala "ne yorayım kendimi manyak mıyım" psikolojisindeyim. Meneviş hatun suya çıktı, gerçi oturduğum yerden onu göremiyorum ama bir düşünün, kalkıp bakamayacak kadar üşengeç bir insanım.


PWA'nın üzerinden bir hafta geçmesine rağmen buralarda olmamın birkaç nedeni var. Birincisi Meneviş Hatun. İkincisi evde oturmak istememem. Üçüncüsü sabit internet bağlantısı (geçen seneki araştırma ödevim ne üzerineydi benim yahu? hah, internet bağımlılığı...). Dördüncüsü, ev dışındaki yerlerde yapmam gerekenleri daha kolay yapabilmem, ÖSS senesinde de alakasız kafelerde çok daha rahat test çözebiliyordum eve kıyasla. Yamuğum biraz.


Ne diyordum? Dün de sörf dünyasına ucundan dahildim, ama başka bir nedeni vardı. Meneviş Hanım, son derece freestyle insanlar olan Burak ve Can'ı kameraya alacaktı, neden ben de fotoğraflarını çekmeyeydim ki?

"Çekim varmış, duyar duymaz anatomi kitabından çıktım geldim..."

Daha önce halı saha maçı çekmeye çalışmış biri olarak farkındayım ki; insan kendi hakim olduğu konuyu çok daha rahat çekebiliyor. Atıyorum, müzikle ilgiliyse gitaristin nerede ne yapacağını biliyor, dansla ilgiliyse kadının nerede ne zaman döneceğini biliyor... Sporla alakasız insan da önünde dönen adamları görmüyor, görse de işi anlayıp doğru dürüst çekmesi çok zaman alıyor. Neyse ki suyun ortasındaydık, su güzeldi, gerçi üzerimize sürekli su sıçratan bir Can vardı, ama olsundu, keyfimiz yerindeydi...


Küçük arkadaşımın gönlü hoş olsun...

Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş
Meneviş.

18 Ağustos 2009 Salı

Mimik


Yunanistan+Bağ+Formulaghidromobil+PWA dörtgeninden sonra tembelliğin yavaştan bünyeyi ele geçirdiği günler. Bugün akşamüstüne kadar evdeyim ve tek planım pozisyon değiştirmeden koltuk değiştirmenin bir yolunu bulmak; minimum enerjiyle konum değiştirebilirsem hem bilim adına bir şeyler yapmış olurum, hem de çılgınlar gibi tembellik ederim.

O değil Spark efendi mim yollamış bana. İşim gücüm de yok, insanları rahatsız etmeyi de seviyorum madem, neden yapmayayım değil mi? Buyrunuz; boş işler.

1- Bloguna neden bu adı verdin?

Ayşegülnazcan güncem'deki nikimdi. Sonra sözlükteki nikim oldu. En çok kullanılan kız ismine, her isme eklenen tüm diğer isimleri ekledim (sonradan aklıma "su"yu da eklemek geldi, ancak çok geç kalmıştım). "Ayşegülnazcan lunaparkta" da tahmin edileceği üzere yaşasın Ayşegül orada burada kitapları şeklinde bir gönderme, ama aynı zamanda etrafta ne olursa olsun Ayşegülnazcan farkında değil, laylayloyloy anlamına da geliyor. Öyle olduğundan değil de, blog öyle işte. Amaaan...


2- Blog yazarken star tribiyle istediğin, olmazsa olmaz dediğin şeyler var mı?

İçecek soğuk bir şey güzel olurdu, ama oldukça üşengeç bir insanım.

3- En son satın aldığın garip şey.

NTV Bilim dergisi ve kek. Dergiyi sevmediğim halde, keki de doymayacağımı bildiğim halde aldım, almasam daha iyiydi.


4- Şeker gibi olduğun anlar.

Başka bir şeyle uğraşmadığım, bir şey yetiştirmeye çalışmadığım, boşuna debelendiğimi düşünmediğim her zaman şekker gibin, pambuk gibin bi şeyim ben aslında.

5- "Arkadaşım artık sormayın şunları" dediğin şeyler?

Napıyosun?

6- Seks'in sendeki rengi?

Ha? Ne? Seks mi? Hı?

Edit: Sonradan düşündüm de, seksin rengi karşındakine olan hissine bağlı olarak değişir. Gri de olabilir, lacivert de, kırmızı da, beyaz da. Her seferinde aynı hissiyatı aynı şekilde yaşayamazsın ki tek renk söyleyebilesin...

7- Aynaya bakınca gördüğün?

Saçım kötü şu an, pisim.

8- "Kendini okutan blog" dediğin?

Depresyonu bile kendi üslubuyla anlatan, kendi cümleleri olan blog bence kendini okutur arkadaş. Gerçi bakıyorum, takip ettiklerim çoğunlukla arkadaş, tanıdık, ama aralarında gerçekten "e ama bi sus yahu" dediklerim, "hay takip etmez olaydım" diye içimden sövdüklerim oluyor.

9- Bu blog sahibi/sahibesiyle karşılaşabileceğin yerler.

Ev. Yurt. Boğaziçi Kütüphane. Taksim. Sirkeci.



Boyum uzadı sanırım. Şu üç isimle daha da uzayacak boyum; Emir Bey, Görkem, Remzi. Bu işle en uğraşmayacak üç kişiyi etiketlemem de çok manalı bir iş yahu. Her neyse. Canım sıkılmış benim belli...

16 Ağustos 2009 Pazar

General Recall


Bu üstte gördüğünüz yer bizim ofisti arkadaşlar. Frank'e "Sanırım yaptıklarım arasında en sevdiğim işlerden biri bu" dedim, "Ben neden hala bu işi yapıyorum sanıyorsun?" dedi haklı olarak. PWA'in sabit hakemlerini kıskanıyorum.

O değil, evet yine bir PWA ve ben üçüncü kez aynı işi yapmaktaydım bir hafta boyunca, yine hakem kulesinde asistandım. Anlamadığımız şey; ilk dört gün gayet rüzgar varken, yarışlar acaip giderken, aman da her şey çok güzelken, ve hatta kulede kazaklar ve montlarla otururken (donduk lan), Cuma-Cumartesi rüzgarın kesilmesiydi. Cuma ve cumartesi yarış olmadı yahu. Resmen olmadı. Etrafta takıldık aptal aptal, ben dükkanda durdum falan. Hakemler kendilerini Fantasy Premiere League'e verdiler. Akşamüstleri yine Foster's bira dağıttı, "Madem Foster's bira dağıtıyor, o zaman biz de kendimizi dağıtalım" diyen gençler coştu. Ben bile coştum (bile?).


Hani evet, muhabbet hep bir haftanın sonlarına doğru cıvır ve güzel bir hale gelirdi, bu sene yarış olmayınca o biraz namümkün oldu. Cıvıyamadık, yahu neler oluyor diyordum ortamı terk edene kadar, ama hem hakemlerle bir bira içmek, muhabbet etmek, üzerine Hugo ve Skyboy'un tüm güzel sözleri, hem de gece sonradan kuzenim Mert ve Thijs ile geçirdiğim her saat, ettiğim tüm lafları yutturdu bana. Yani, sıkıldığım, sinirlendiğim hiçbir anı yok saymıyorum bunları söylerken, ama ne eğlendiğimi ne de bütün bu muhabbetler sonunda mutlu olduğumu inkar edebilirim.

Sonuç olarak, bir PWA daha bitti, aldım gazı, seneye doğru koşuyorum.


Not: PWA'nın kameramanının ve fotoğrafçısının hastasıyım-ki zaten fotoğrafçısıyla röportajımsı bir şey de yapmıştım geçen sene. Ben böyle çalışan ve işinden keyif alan adamlar görmedim, hele ki kameraman bambaşka bir insan, kendisini üstteki fotoğrafta görebilirsiniz, gerçi gönül isterdi ki bir portre alayım ki adamın masmavi gözleri de çıksın ortaya, ama bununla yetineceksiniz. Neyse, bu sene bir de şu adamla tanıştım, adı Juerg Kaufmann, acaip bir herif olmakta kendisi, mutlaka bi bakın.

11 Ağustos 2009 Salı

Aslında PWA başladı....

Ama konumuz o değil. Haftasonumu İzmir Yarış Pisti taklidi yapan çölde güneş enerjili araba ve hidromobil peşinde koşarak geçirdim. Zaten her sene organizasyonla daha bir alakasız hale gelmemden kelli, bu sene hiç çekinmemiş ve sadece son iki gününe katılmış idim, madem son iki gün oradayım, daha bir hırpalayayım dedim kendimi. İş bu yüzden yanık ve çizik içinde bacaklarım var, ama şikayetçi değilim. Zira Formula-G ve Hidromobil sevdiğimiz organizasyonlar, ayrıca we love Tübitak.



Fotoğrafların hepsine daha bakmadığım için az ve öz fotoğraf koymaktayım şimdilik. Şimdilik değil, sanırım başka fotoğraf eklemem buraya yarıştan kalan. Ayrıca bazı takımlar eksikti yarışlarda, Arıba olsun, Boğaziçi Üniversitesi olsun, Saitem olsun... İyi mi oldu, kötü mü anlamadım, ama moral açısından takımlar daha iyi gibiydi.


Neyse işte, böyle, yorucu ama keyifli iki gün geçirdik. Şimdi yine yorucu ve keyifli bir hafta geçirmekteyiz-ki yılın en sevdiğim dönemlerinden biri PWA, sanırım bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Aşağıda da beni "Her Sürücüye Bir Nazar Boncuğu" kampanyamız dahilinde göreceksiniz. Ayrıca hastasıyım Tübitak gömleğimin:)


8 Ağustos 2009 Cumartesi

Ayşegülnazcan bağda, bahçede...

Başlangıç notu: Üç saat uykudan sonra sabah kahvaltımı bir avuç antep fıstığıyla yaptım. Mutluyum, huzurluyum, ama şu fotoğraf iştah açmaktan başka işe yaramıyor, allahsız.

Perşembe günkü bağbozumu için Çarşamba gününden Tozak ailesinin bağ evine konuşlandık. Gerçi bozacağımız bağ Tozak ailesinin değil, Nilgün Tozak adlı dünya tatlısı hanımefendinin ve kardeşlerinin ortak bağıydı, ama biz yine de Tozak malikanesinde kalacaktık.

İlk aşama kasaların hazırlanmasıydı, kasalara gazete kağıtlarını ve kartonları yerleştirdik, aaa ne kolaymış deyip evimize döndük, oyalandık, başka bir eve muhteşem bir akşam yemeğine gittik, zeytinyağlılara doyduk, nostaljik anlar yaşadık.


İkinci gün ise bağ bozumu. Akşamüstü, hava sıcak, hızlı başladık, ama kimsenin "aaa ne kolay" diyecek hali yoktu bu sefer. Evet, gebermiştik. Ama sonunda 900 kilo üzüm topladık, ayıkladık, kasalara yerleştirdik ve yolladık:)




Ek olarak, tabii ki ben Meneviş'e güzel elbiselerini giydirdim, ve kendisinin fotoğraflarını çektim. Bilir misiniz bilmem, kendisi en sevdiğim arkadaşlarımdan ve modellerimdendir, hastasıyım.

O da benim fotoğraflarımı çekti tabii, ve bu da poz veremeyen Nilipek.


4 Ağustos 2009 Salı

Yunanya IV - Dönence

  • İzmir'de miyim, neyim?
  • Atina'da 3 gün kalacakken yaklaşık bir hafta kaldım. Şikayetçi miyim? Pek sayılmaz. Akropol'dür, müzedir derken bir yerden sonra olay her akşamüstü buluşmaya, her gece içmeye gitmeye dönüştü elbette, zira Kalavrita'dan gelmiştik. Atina'nın toplu taşıma sistemini ezberledim bir de oraya buraya gide gele...
  • Yunanca biraz okuyabiliyorum. Anlayabiliyor muyum? Pek sayılmaz. Ama önemli değil, okuyabildiğim şeyler hoşuma gidiyor. Ayrıca eskiden hiç sevmediğim Yunan müzikleri de hoşuma gidiyor artık. Sanırım biraz "mere exposure effect", biraz anlam yüklemeyle alakalı, bilmiyorum.
  • Ama şunu biliyorum; gerçekten de bir şehir, bir ortam, bir şarkı yahut bir yemek tamamen yanınızdaki insanlarla güzelleşiyor. Atina'yı eğer bu insanlar olmasaydı bu kadar sever miydim bilmiyorum. Bir rutinden bu kadar uzun süre keyif alabilir miydim, hep devam etsin ister miydim bilmiyorum. Evet, sıkıldığım ya da zorlandığım anlar oldu, hatta kelimenin gerçek anlamıyla "acı çektiğim" anlar da oldu, ama Yunanistan'da geçirdiğim iki haftanın hayatımın en keyifli zamanlarından biri olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla.
  • O değil de hayatımın ilk "tıbbi operasyon"unu Atina'da yaşadım, kuyruk sokumuma buradan sevgilerimi gönderiyorum. Beni hiçbir anestezi kullanmadan kesen Yunan doktoru da öpüyorum. Abime "çıkarayım mı üstümü" diyorum I MUST SEE IT diyor, bakıyor, kendi kendine konuşuyor sonra gözlerini açıp WE MUST CUT IT! diyor. Benim sinirlerim bozuluyor, Vasili'yle karşılıklı gülme krizine giriyoruz. Meğer we must cut it derken hakkaten kesecekmiş adam, bağıra bağıra ağlarken fark ettim. Ama şu var ki insanın rahat yürüyebilmesi, oturup kalkabilmesi çok çok büyük bir nimetmiş. DEĞERİNİ BİLİN LEN.
  • İki hafta boyunca doğru dürüst alkol almayıp, alkol alayım heyo derken antibiyotiğe başladım. Allah kahretmesin.
  • Son kağıt paramı bir big mac menüye harcadım, pişman değilim, zira içim dışım souvlaki oldu. Gerçi daha bir burada yiyemeyeceğim bir şey yemeyi tercih ederdim, ama daha öğlen olmamıştı, menüler de hep kahvaltı menüleriydi, ezik kaldım. Bu arada Yunan musakkası çok güzel bir şey. Bir de dağ çayı. Hastasıyım.
  • SunExpress'in ilk Atina-İzmir seferinde yolcuydum efenim. Über kalabalık basın toplantısından sonra uçakta 12 kişiydik sanırım. İlk seferin yolcuları olarak sertifikalarımızı da aldık, gururluyuz. Bu arada hostesler, servis falan pek başarılıydı, umarım ilk sefere özgü değildir. İzAir'in de hastasıydık, sonra çok küfrettik.
  • Önümüzde bir bağ bozumu, bir Formula-g, bir PWA, bir de ameliyat var; ameliyatın tarihi belli değil. Halbuki ben sanki yarın yine Vasilis ve Yorgos ile buluşup Tara'nın iş çıkışına gidecek gibiyim. Akabinde Gazi'ye gidip Yunan müzikleri eşliğinde ouzo içecekmişiz gibi hissiyatlar var. Yalan halbuki.
  • Tara, Vasili, Yorgo; sizi çok seviyorum. Siz bunu hiç görmeyeceksiniz/okuyamayacaksınız ama olsun.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Yunanya III

Kısacık ve fotoğrafsız yazıdır efenim:

Atina'dayım, Kalavrita'daki rüyanın devamını yaşıyorum. Normalde 3 gün sürecek olan bu Atina bölümü, feribot bileti bulamamam üzerine bir haftaya uzadı. Burayı çok sevdim yahu ben.