29 Ocak 2013 Salı

Buggidy

Çok detaylarına girmeden, bir şekilde fotoğraf çekmeme vesile olmuş iki olaya dair bir şeyler karalamaya çalışacağım. Biraz üşengeçlikten, biraz da üzerinden zaman geçmesinden. Biraz da yazmak isteyip de çeşitli sebeplerle yazamadığım, paylaşmak isteyip de yine aynı sebeplerle paylaşamadığım şeylerin yarattığı ufak çaplı gerginlikten.

Yoksa Global Game Jam de Yora da başlı başına birer blog yazısını hak eden mevzular.

Gönül isterdi ki Global Game Jam'e başından sonuna kadar, tam olarak dahil olabileyim. Bilmeyenler/Haberi olmayanlar için açıklayayım; GGJ 48 saatlik bir oyun yapım maratonu. Yani ses ve grafik tasarımcılar, programcılar, mühendisler bir araya gelip, ekip oluşturup, 48 saat içinde verilen temaya uygun bir oyun çıkarıyorlar ortaya. İnanılmaz güzel bir olay bu, özellikle bütün dünyada hemen hemen aynı anda gerçekleştiğini düşündüğünüzde.


 
İstanbul'da da Bahçeşehir Üniversitesi Game Lab ev sahipliği yaptı, üniversite misafirlerini Karaköy'deki yeni yerleşkesinde ağırladı. Ben sonunu izleyememiş olsam da, temanın verildiği, insanların bir araya geldiği ve fikirlerin oluşturulduğu o en tatlı anlara şahit olmuş durumdayım. O yüzden mutluyum sanırım. Gerçi oyunları da merak ediyorum beh. Neyse ki oyunları GGJ'nin sitesinden inceleyecek vaktim olacak sanırım ilerleyen günlerde.


Tek tek oyun fikirleri açıklanıyor.

Katılımcılar beğendikleri fikirlerin altına isimlerini ekliyor.


Oyun yapımında kahve ve sigara anladığım kadarıyla önemli unsurlar.

"Ses tasarlamak" adını verdiğimiz olgu.

Street Fighter candır.

Yora ise apayrı bir mevzu. Albümleri çıkarken Hollanda'da olduğumdan kelli hiçbir konserlerine katılamamıştım, döndüğümde ise Akif kendini Harvard aşkına Amerikalara atmıştı çoktan. Haliyle Yora içimizde bir ukde, gönlümüzde bir hasret, alnımızda ter, dalağımızda bir şişkinlik (ve haliyle bünyemizde bir hıçkırık) olarak hayatımızdaki yerini sabitlemişti. Hele ki bas gitar falan çalmaya çalıştığım o güzel Nihil Piraye konseri Yora'nın konseriyle aynı güne denk gelince içimizi bir hüzün kaplamıştı.


Neyse ki Yora, Akif Amerika'ya dönmeden önce son bir konser daha verdi, biz de bağırarak şarkılara eşlik etme şansı bulduk. Özlemişim be ya.

 
 
 

Bu seferki favori fotoğrafımızın yıldızı ise Büşra Hanım:

 




16 Ocak 2013 Çarşamba

B12

Nasıl oldu da unuttum, geçen hafta cuma günü, şöyle güzel bir olay vuku buldu:



7pf2p'nin her konseri hoş, her konseri dertlere devadır benim için. Bunu hasta hasta gelen, sahnede ilaçlarla ayakta duran Ceren'e de söyledim sanırım. Ve sanırım o da onayladı, ama bu fuzuli bir diyalog olabilir, benim uyduruyor olmam mümkün.

Wish You Were Here'da ise Yekta Kopan'ı ağırladık sahnede, bence çok güzel oldu, çok da iyi oldu.

Bugün de şöyle bir olay var misal:


Mispis'ten çok bahsettim, ama Nihil Piraye'den hiç bahsetmedim sanırım. İnsanlar hemen hemen aynı insanlar, sadece normalde davulu çalan Berk, mikrofona geçiyor, bir de gruba birkaç BALlı daha ekleniyor. Kuzenlik, yeğenlik hissiyatı hiçbir zaman değişmiyor, zira ben zaten bu güzel insanları lisede de severdim.
Bas gitaristleri Çağlar ölümüne yoğun olduğu için bana sordular çalar mısın diye. Ben de ogey dedim. Bakalım neler olacak ki...


9 Ocak 2013 Çarşamba

Emir Bey, 10 Ocak, 60 m2



Saçma bir şekilde mimari hatalarla çizsem de, aslen 60 m2 böyle bir yer. Biz burayı çok seviyoruz, burada çalmayı, söylemeyi çok seviyoruz, yarın akşam da sevdiğimiz bu işleri sevdiğimiz bu yerde yapıyoruz. Gelin o yüzden, gelin ki daha çok sevelim.

OYŞTD-Olmadık Yerde Şairaneliği Tutanlar Derneği 'nden Nil İpek bildirdi.

7 Ocak 2013 Pazartesi

Havaalanında prizler hep yerde.



"Ya biliyorsunuz, insan evde çalışamıyor. Yani işte, ödev yetiştirmem lazım, ama ev yani, insanın dikkati dağılıyor, falan. Eskiden olsa kütüphaneye giderdim ama artık kaldığım yer kütüphaneye o kadar da yakın değil işte.

O yüzden ben de Köln'e gideyim, bari orada çalışayım dedim..."

Şekil 1.a. Dom'un restorasyonunun artık bir hobiye dönüşmesi.

Diyebilmek, diyebilecek paraya ve umursamazlığa sahip olmak isterdim, ama aniden Köln'e gidişimin elbette daha mantıklı sebepleri vardı. Üstelik bu sebepler, orada bir kafede oturup makale yazma umudumu yok etmiyordu. Hayır, bu ümidi yok eden allahsız kafelerde priz olmaması ve benim, laptopumun şarjını havaalanında bitirmemdi.


Şekil 1.b. Mantıklı Sebep

Sonuç olarak Köln, daha önce de gittiğimiz ve çok sevdiğimiz bir şehirdi, bu sefer pek gezme şansımız olmadı. Onun yerine konsere gittik, Maastricht'e ufak bir uğradık ve geri döndük. 



Ve tabii ki Andre ve Roel ile fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedik. Bu da buraya, bu güzel iki günün hatırası olsun.