30 Temmuz 2011 Cumartesi

Sesler, kokular..



Sadece şu anki manzaramı paylaşmak istedim. Kesintisiz bir internet erişimini ancak burada bulabilmem ise ilginç (ki burada bile çile çekiyorum). Ha, derseniz, ne işin var güzelim plajda bilgisayarınla, haklısınız der, boynumu bükerim...

12 Temmuz 2011 Salı

"Almanlar mezun olunca biz de olmuş sayıldık"



"Ben bu taraftayım, siz neredesiniz? Bak şimdi kalkıp el sallıyorum..."


Geçtiğimiz hafta İstanbul'da olmamın tek nedeni tabii ki Psikoloji Kongresi değildi; ben uçağa binmeyi seviyordum dostlar. Ama hazır uçağa binmiş ve kongreye gitmişken, arkadaşlarımın mezuniyetinde boy göstermesem bence yazık olurdu.
Hele ki Ali Bey'in mezuniyetinden bahsediyoruz...

Geçen sene baloda hiç resmimin olmamasının acısını fazlasıyla çıkardım, orada burada bir sürü resim çektirdim. Her genç kızın resmi olarak kendine bir takım müdahalelerde bulunma hakkına sahip olduğu "mezuniyet balosu"ndaki halimi de, elbet gelecekte lehime yahut aleyhime delil olarak kullanılmak üzere sabit bulundurmalıydım.

Rock müziğin asi grubu Lemur'un üyeleri, baloda her şarkıda halaya durmalarıyla dikkat çekti. Basının alınmadığı baloda bulunanlar "biz de bunları ergen, depresif, ne bileyim, farklı bilirdik, baya bildiğin senin benim gibi halay çeken insanlarmış, rezalet" şeklinde açıklamalarda bulundu.

İlginç bir his, kendimi geçen senekinden daha mezun hissediyorum, nasıl bir hisse bir senelik çalışma hayatı yokmuş gibi davranıyor. Görkem'in mezuniyeti ile birlikte üniversite hayatım zaten sembolik olarak bitmiş olsa da, Ali'nin ve diğer birçok arkadaşımın okula devam etmesiyle, yine sembolik olarak devam etmiş gözüküyor. Tabii bunda görünen yolların da etkisi var, ama o da başka bir yazının konusu olsun.


Hipster gibi davransa da aslında gayet makina mühendisi bir insan artık kendisi.
Kepli gibi davransam da aslında gayet gelin güvey bir insanım ben de bizzat kendim.
Johannes Kepler.

10 Temmuz 2011 Pazar

Umut

Bir önceki blogda, Emir Bey ile bir takım serserilikler peşinde koştuğumuzu yazmış, karşılığında Emir Bey'den söz konusu serseriliklerin yayınlanmış olduğu yorumunu almıştık. Tabii ki aslında hala tam bir internet bağlantısına sahip olmayan Nil İpek Hülagü, videoyu adamakıllı seyredememiş, ama feysbukta paylaşmaktan çekinmemişti. Şimdi biraz daha blog yazılabilir bir bağlantı ile burada da paylaşacaktı...

Aylar önce çok sıkıldığım dönemlerde bir nakarat yazmış, ancak devamını getirememiş ve Emir Bey'e "hocu ben bunun önüne arkasına bir şey koyamadum ya" şeklinde serzenmiştim. Emir Bey de durur mu, yapıştırmıştı cevabı; hemen bir söz ve müzik yazıvermişti öncesine. Ve tabii ki bu şekilde konuşulan her şarkı gibi havada kalmış, ve unutulmuş, elektronik posta kutularında tozlanmaya yüz tutmuştu.

Sonra ne oldu? Kayıt yapmak için bir araya gelindi, aniden bu şarkı akıllara geldi, çeşitli düşünce efektleri içinde "aslında iyi olur yahu" denildi, ve Mert Dikmen ile Haluk Can Dizdaroğlu'nun katkılarıyla aniden ses ve video kaydı alındı...


Sözler ise şu şekilde:

Hep hayaller kurdum
İnandıkça yorulduğum
İstediğimle sonuçlar uyuşmadıkça
Başladım korkmaya, duruldum...

...Belki tüm bu hayaller birden bir gün biter
Gerçekleşme ihtimali olmadan tamamen unutulup gider
Belki işte rahatlar ruhun hiç kalmayınca umudun
Ve güzel bir rüya gördün diye kötü geçmez bütün günün.


Dipnot: Pek keyifli bir kayıt oldu efenim bu, hatırladıkça şarkıdan çok kayıt anlarından mutlu oluyorum. Mert'e, Can'a bu güzel çekimler için, Ali Bey'e sabrı ve bizden esirgemediği sesi için çok teşekkür ederim. Bir de Emir Bey'e büyük teşekkür, sizinle söylemek büyük zevk efenim.


8 Temmuz 2011 Cuma

Kemanlar caldii

•O kadar çirkin bir insanın ki resmen oditoryumun en arkasında oturup sempozyum esnasında blog yazıyorum. İçimdeki blog aşkı, yahut bugün ilgimi çeken sadece tek konuşma olmasının verdigi sıkıntı oldukça güçlü, minik iPod ekranında blog yazabilmek için uygulama bile indirdim...

•Psikoloji kongresi dediğimiz aslında adeta bir Rock'n Coke, adeta bir One Love... Ünlü ve herkesin izlemeye geldigi "celebrity" profesörler var misal headliner olarak. Sözlü sunularda ya da sempozyumlarda kesfedebileceginiz "indie" araştırmacılar var. "indie" kategorisindeyken kesfedilip ödül almış, böylece "celebrity" olmuş genc "headliner"lar var. Bira kuyruğu yok belki ama sağlam bir kahve kuyruğu var...

•Bu noktadan bakınca Zimbardo, samimiyetsizliği ve hayran kitlesiyle tam bir U2 oluyor. Birkaç adet az popüler ama saygı duyulan 70ler ve 90lar grubu var. Emily Holmes tam bir Arctic Monkeys, ödül alıp ünlü oldu, konuşmasından adamlar taştı.. İndie arastimacilara ve ulkelerine gelirsek Hollanda fazlasıyla kafa açıyor, Portekiz daha naif bir tarza sahip, Hırvatistan ve Macaristan farklı araştırma teknikleriyle, Fransa ise eleştirel bakış acısıyla göz dolduruyor.

•Ve burada öğle yemeği verilmediği gibi öğle arası da verilmiyor...

•Tabii 4 gününüzü kongrede gecirdikten sonra kafa bir gidip geliyor, ne bu sekilde etki eder bilmiyorum ama, algıları fazla açık, çok hareketli, her seye gülen, çekilmez bir insan oluyorsunuz.

•İsbu çekilmezlik hissiyle Lemur kardeslerimin içini fazlasıyla baydım dün, seyircileri ne kadar baydım Allah bilir...

•O değil de dün konsere degisim ogrencilerinden olusan kalabalık bir kitle geldi, birkac sarki bağıra çağıra dans ettikten sonra gitti (Bağıra çağıra dans etmek derken en yavaş şarkılarda ziplamaktan bahsediyorum). Gençlerle bir bağ kuralım, yurtdışına açılalım diye agzimdan bir "hellöv evrivönn" çıktı (bkz. İngiliz aksani) lakin gencler yemedi, ben de devam etmedim.

•Günahlarını almayalım, onlere doğru duran ve dikkatle dinleyen bir onaylayan siyahi grubu vardı. Nigga diyemiyorum ayıp olur, ırkçı olur.

•Emir Bey ile çok acayip isler pesinde koştuk biz yine...

•Çarşamba gunü konseri izleyen genc yaşlı her hanimkiz Jamie Cullum'a ruhunu teslim etti sevgili okuyucu. Erkekler bile etti sanırım. Tüm bunlardan bağımsız olarak, sanırım seyrettiklerim arasinda seyirciyi en çok güldüren müzisyen olabilir.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Bitmeyecek öykü

Gönül ister ki size işi bırakmış olmamdan, güzel güzel çocuklardan, ya da Ali Bey'in ve daha nice insanın mezuniyetinden bahsedeyim, lakin ne yazık ki hala İstanbul'dayım, ve fotoğraflar kendilerini makinadan kurtaracak bir USB kablosunun hasretiyle sevgili Canon'un içinde bekliyorlar. Ben de, tüm bunlardan bahsetmek yerine Avrupa Psikoloji Kongresi 'nde boy gösteriyorum.



Şimdi, aylardır hevesle beklediğiniz kongre, işin içine girince birden boyut değiştiriyor. Katılan herkes konusunda uzman, herkes akademisyen, herkes araştırma görevlisi, ve siz 4 senelik Psikolojik Danışmanlık eğitiminin üzerine bir iki seminer ve bir senelik bir anaokulu tecrübesinden başka bir şey katmamış bir insan olarak, hele bir de kongreye yalnız başınıza katılınca, kendinizi biraz tuhaf hissediyorsunuz.




Paintte ve mouse yardımıyla çizmek de insana kendini tuhaf hissettiren başka bir öğe




Zaten hiçbir zaman kokteyllerde insanlarla tanışan biri olamadım. Ha, kaç kokteyle tek başına katıldın derseniz sanırım 2. Konuşmalar, sempozyumlar başlasın da kendimi biraz daha iyi hissedeyim.

Kokteyle dair notlar:


  • Bir şekilde konuşmaya başladığımız Norveçli araştırma görevlisinin içini, kendisine "Anadolu'daki Doğal Kaynakların Durumu, Devlet Politikaları ve İstanbul'a Yıllık Göç Miktarı" başlıklı bir konuşma yapmak suretiyle bayıverdim. Pişman değilim, yine olsa yine yaparım.

  • Hocam Aydan Gülerce'yi bulmaya çalışırken yıllar önce Sosyal Psikoloji dersini almış olduğum Bilge Ataca'ya rastladım. Ders kitle dersi olduğundan kelli hoca tabii ki beni tanımadı, ama ben yıllardır içimde ukte kalan şu cümleyi kurabildim: "HOCAM BİZİM DERS UÇAKSAVARDAYDI VE BİZ HEP DERSİNİZE KOŞUYORDUK, O YÜZDEN HEP GEÇ KALIYORDUK, VALLA ÇOK ÖZÜR DİLERİM YAHU". Hoca pek güldü. Gerçi sonra hatırladım, dersimiz Uçaksavar'da değil Hisar'daydı, ama yine de uzun mesafe.