28 Şubat 2012 Salı

Amsterdam'da ev kurmak


Aslında ilginç bir durum yok, yani aynısını Türkiye'de de görebiliriz muhtemelen. Yine de hala sokakta mobilyalar görmeye alışamadım ben, belki bizde hep "ihtiyacı olan birini bulalım", "atmayalım ziyan olmasın", "birine verelim" cümleleri çok kullanıldığı için, ya da isterseniz belediye tarafından alınıp ikinci el dükkanlarında satıldığını, ya da freecycle gibi yerlerden hemen ihtiyacı olan birini bulabileceğinizi bildiğimden kelli. Ama diyorum ya, ilginç bir şey yok, eminim İstanbul'da da birkaç saat dolansam, yine bir şeyler bulunur.

Sonuç olarak, üç haftadır gördükçe içimde beliren "Allah Allaah.." şeklindeki şaşkınlık, yavaş yavaş "Acaba ev döşenir mi ki?" sorusuna dönüştü. Bugün dayanamadım ve fotoğraf makinamı alıp çıktım dışarı. Evet evet, "Amsterdam sokaklarında kayboldum adeta"...


Efenim bir evde ilk gerekecek şey halıysa, hemen çıkar çıkmaz buldum. En azından yatak odasını kapladık sayın...

Hemen akabinde, yaklaşık yarım saat içinde yatağı da buldum. Peki yastıksız yatılır mı? Yatılmaz. Hiç merak etmeyin...


Yatak odamız hazır sayılır. Yine de biraz aksesuara ihtiyacımız var sanki, üzerine sürahi, çiçek falan koymalık... 

Bakalım başka ne bulabiliriz derken daha güzel bir yatak buldum. Bunu alalım biz, diğerini misafir odasına koyalım...


E tabii şimdi buna da yastık lazım. Bonus olarak bir de çocuk küveti, şimdi evde ne zaman bir bebeğin yıkanacağı belli olmaz. Kilim de iyi...


E paki misafir odasının yerleri ne olacak, hep alttan alttan geliyor soğuk burada??


O değil, mutfağa da bir şeyler lazım, en azından bir fırın falan bulabileydik iyiydi...


Bir de dolapvari bir şey yok biliyor musun? Ne yapsak ki....

  

E bunun ne kapağı, ne rafı, ne çekmecesi var diyenlere bir sonraki köşeden geliyor (tamamını göremeseniz de bu aslen bir çekmece ve kapak yığınıydı sayın seyirciler): 


Bu gördüklerinizin hepsi muhtemelen şu anda da aynı yerlerinde duruyor, zira Hollanda milletinin gözü tok, sırtı pek. Bir de tabii temizlik unsuru var bazılarında. Yine de bütün bu sokağa bırakılanlardan Nil İpek'in payına hiçbir şey düşmedi sanıyorsanız yanılıyorsunuz dostlarım:


21 Şubat 2012 Salı

Happy together


Madem sıkıntılı haller söz konusu, ve madem biz de meşguliyetlerden kaçmaya eğilimliyiz, Milano'dan bir Erel ithal etmeye ve bir süre kendisini ağırlamaya karar verdik. Gerçi benim için bir şey değişmedi, ben hala aynı eğilime sahibim, ama iki Ece de "Eceler Festivali"nden çıkıp gerçek hayatlarına geri döndüler.




Gülmeler eğlenmeler zaten baki, ama bu ufak tatilin ana teması daha çok huzurdu sanırım, bir de çeşitli terbiyesizlikler. Bunda Erel'in yorgunluğunun, bizim de tembelliğimizin etkisi oldukça fazla tabii ki, yine de pazar günü evden çıkıp Westergasfabriek'teki A Perfect Day sergisine gitmeyi başardık.


Ara not: Sergide güzel fikirler, çok hoş illüstrasyonlar mevcut. Ama bence serginin en güzel yanı modern sanata dair çok güzel bir küfür isteği uyandırması. Sanatın sadece ironik sloganlara dönüştüğünü ve bu sloganların sunumunun da herhangi bir estetik taşımadığını görüyor, "iyi de abi neden?" diyorsunuz. Ben bunu kaldıramıyorum. İnanılmaz sinirleniyorum sanatçı olmanın bu kadar kolay olduğu noktada. (Güzel fikirlere sahip olduğunu düşünen insanlar olarak) Hepimiz kendi çapımızda debeleniyoruz ve çoğumuz da sergilenmeye değecek şeyler yapmıyoruz, bunu kabullenmek bu kadar zor olmamalı.

Ara not 2: Sergide iyi parçalar var, kötü parçalar var, saçma parçalar var. Sanata saçma dememek lazım, sanat olarak görebilsem demem de zaten.
 

Sergiden daha güzel olanı ise, hemen yandaki binada bir yemek pazarının kurulmuş olmasıydı. Bol bol organik yemek tadıp, funk-dub çalan DJ eşliğinde keklerimizi ısırdık, ortada koşuşturan çocukları izledik, yüzümüze bir ay yetecek gülümsemeler yerleştirdik. Zaten bu pazar da 4 haftada bir kuruluyormuş, gülümsemeler biterse yine geliriz.


Gülümsemelere gülümseme katan başka bir olay ise Erel Hanım ile eve yürürken hödört diye Can'a rastlamamız oldu. Kendisi de bir arkadaşını ziyarete gelmişti, o anda ise Hilversum'a, evine dönmekteydi. Kolayca bizimle gelip çay içmesi gerektiğine inandırdık, bolca muhabbet ettik, birbirimize müzikle ilgili vaatlerde bulunduk. 


 Sonuç olarak, fotoğraflardan da göreceğiniz üzere, Erel Hatun sürekli gülüyor. Önemli olan da o zaten:)


15 Şubat 2012 Çarşamba

Portakal marmeladi

Malzemeler:
  • Albert Heijn'dan, "aman abi indirime girmiş, vitamindir, kaçırmayayim diyerek alinmis, ancak yenemeyecek kadar eksi 3 adet portakal 
  • Evde toz şeker bulunmamasindan, hem de az daha sağlıklı olsun diye bal 
  • Portakallarin rahatsız edici ve bütün evi kaplayan kokusunu, ve keskin tadini yumuşatmak için nane 
  • Tek kişilik minik tencere 

Yapılışı:
  • Bütün işinizi gücünüzü bırakın. Portakalları soyun, beyazlarını bir daha soyun. Portakallar o kadar yumuşak olsun ki elde dağılsın. Küfredin, ama soymaya devam edin. 
  • Soyduğunuz her portakalın üzerine, tadını değiştireceğine dair bir umut beslemeyerek bal dökün. Yetmez gibi gelsin, biraz daha dökün. 
  • Portakallari tencereye dökün, tencereyi ocağa koyun. Bir sure pişsin. Bütün ev ekşi portakal koksun. Ev sizin olmadığı için panikleyin, küfretmeyi unutmayın, küfür önemli bir unsur. 
  • Zaten baharatlı olsun daha iyi mantığıyla içine nane koyun. Hiçbir şeyi bastırmaya yetmediğini görün, daha da fazla koyun.
  • İki dakika içeri gidip gelin, on saattir pişmeyen marmeladın artık marmelat kıvamina gelmekle kalmadığını, hafiften hafiften yandığını görün. Ocağı kapatın. 
  • Biraz soğuduktan sonra tadına bakın, "vay anasını, ne biçim olmuş" deyin. O portakallarla edinilecek en iyi performansa ulaştığınızı fark edin, sevinin, egonuz şişsin. Sadece bir kahve fincanı çıkmasına üzülün.
  • Uyuyun, uyanın, afiyetle tüketin.
Fincanda uzaylı ciğeri gibi gözüken reçel, yanında nane çayı, fırından yeni çıkmış ekmek ve fıstık ezmesi.. Ohş..

13 Şubat 2012 Pazartesi

Ulan yine ejderha...

  • Amsterdam bugüne kadar üstte gördüğünüz gibiydi sayın seyirciler. Bütün kanallar donmuştu, ilk günlerde kanalda yürümeye cesaret edemeyen vatandaşlar, üçüncü günden itibaren işten eve kanallar üzerinde yürüyerek dönmeye, adeta kanalları yürüme yolu olarak kullanmaya başlamışlardı. Sonra aniden bir patlama oldu, facebookta tüm öğrenci gruplarında "Do you know where I can find ice-skates????ASAP!!!" gibi mesajlar dönmeye başladı, herkes aniden buza indi, nehirdeki botevler birden kafeye dönüşüp, buzda yürüyen/kayan insanlara sıcak çikolata, kahve, şarap satmaya başladı. Amsterdam insanları çocuklar gibi şendi sevgili seyirci.
 

  • Ev arkadaşıma "Yok yea, çok da kanalda yürüme heveslisi değilim yea" gibi binbir ukalalık yapmamın 24 saat geçmeden Sayın Şakarer ve Onur Can ile kanala inip "ehere mehere" diye sevinç çığlıkları attık, o da baya güzel oldu.

 "You didn't have to cuuut me ooofff..." "AAAAAAAAA"

  • Güzel insanlarla güzel vakit geçirmek güzel bir şey, seviyorum. Ama bizzat söz konusu insanları, onlarla vakit  geçirmekten daha da çok seviyorum.
 Bu fotoğraf çekilirken arkadan geçen bir gencomuz "FEYSBUUK" diye bağırdı... HİÇTEBİLA diye bağırdık biz de arkasından ama Türkçe bağırdığımız için muhtemelen anlamadı. Ha şu an bu fotoğrafların serisi feysbukta var mu, evet var:)


  • Analog makinalar, vay efendim plaklar, ay ne güzel eski şeyler, aman kimsenin bilmediği gruplar, aa bit pazarı derken Issız Adam ile Hipster arası bir karaktere dönüşüyor olmak düşündürücü, ve hoş değil. Bugün özellikle ipodumda Hümeyra çalmaya başlayınca bu düşünce en üst noktaya ulaştı. Ve dostlar, Amsterdam'da bir banka oturup sandviçimi yerken bunu düşündüm. Sandviç dediğim de evde yaptığım, evden vakumlu paketlerle getirdiğim İzmir tulumlu ekmek. Yani hipster/ıssızadam görüntümün altında açık ve net bir gurbetçi yatıyor aslen.


  • Bu arada, çok büyük bir şans eseri aniden oda buldum, yerleştim. Oda küçük (boytunu Şekil 1.a ve 1.b'den çıkarabilirsiniz.), yatakla askı arasından ancak hiyeroglif gibi yürüyerek geçebiliyorsunuz, ama iki günün sonunda aslında bana yeten bir boyutu olduğunu anladım. Bu rahatlığımın sebebi tabii yanda ayrıca danalar gibi oturma odam olması ve istediğimde oraya ışınlanmam olabilir. Bir de ağaca bahçeye bakan mutfağımız var, o da bir etken...

 Şekil 1.a

Şekil 1.b


  •  İleride torunlarım "Büyükanne, büyükanne, o Amsterdam'da bütün kanalların donduğu sene orada mıydın" diye sorarlarsa onlara ŞRAAK diye göstereceğim şöyle fotoğraflarımız var. Tabii artık her şey dijital, sanmıyorum bastırıp arkadaşlarına hava atsınlar....

4 Şubat 2012 Cumartesi

"Başlık bulamadığı için blog yazamama" hastalığı...

  • ..İle "artık blog yazmazsa ölecek" hastalığı, el ele, kol kola, neşe içinde koşuyor kırlarda.
Huzur, böyle bir görüntüye şahit olmak gibi bir şey sanırım...
  • Yüksek lisansımı Maastricht Üniversitesi'nde yapıyor olsam da, çok güzel bir çalımla Amsterdam'a kaçıyorum. Buradan yüksek lisansını Maastricht Üniversitesi'nde yapacaklara sesleniyorum; size araştırma stajınızı başka bir üniversitede ve hatta başka bir ülkede yapma hakkını veriyor okul. O yüzden "nasılsa bir sene buradayım" deyip bir senelik kontrat yapmayın ve araştırmak istediğiniz, ilgi duyduğunuz konulara karar verin ve bu konularda araştırma yapan grupları erkenden bulun, onlarla iletişime geçin.
  • İşte ben/böyle bir/akşamda, Amsterdam Üniversitesi bünyesindeki Çocuk ve Ergenlik Medya Araştırma Merkezi ile iletişime geçmek suretiyle ikinci dönemi geçireceğim şehri ve üniversiteyi değiştirmiş bulundum. En güzeli ise şehri lise birde gezip "Ulan ben yurtdışında yaşarsam bir tek Amsterdam'da yaşamak isterim" cümlesini kurmuş olmak, hatta yaklaşık 3 ay önce tekrar ziyaret edip "yahu ne güzel demişim o zaman" demek. Hey gidi.

  • O değil de İzmir'e kar yağdı, tabii ki normal hayatlarında karla haşır neşir olan insanlar olmadığımızdan şehircenek coştuk. Gerçi feysbuktan gördüğüm kadarıyla bambaşka şehirlerde, bambaşka soğuk iklimlerde, bambaşka kuzeyli insanlar da kar sevinci yaşamışlar. Demek ki kar görüp sevinmek bize özgü bir durum değil, evrensel. Biz sadece çabuk eridiği için minimum zamanda maksimum zevki çıkarmaya çalışıyoruz.


 

  • "Kuzenlikten aldığım keyfi hiçbir şeyden alamadım, belki bilardo... Ama yok kuzenlik daha güzel..."
 
  • Feribottaki çay ocaklarını kaldırıp otomat koyan zihniyeti kınıyorum. Üçüncü maddede bahsettiğim durum gerçekten uzun vadeli bir istek sonucu gerçekleşebildiyse, içinde bulunduğum negatif duygular birkaç seneye sizi rahatsız etmeye başlayacak ey yetkililer. Geceleri ayaklarınız kaşınacak. Otomattan aldığınız kapuçinolar ellerinizi yakacak. Hazır olun bunlara.