27 Haziran 2011 Pazartesi

Yaşlandık yahu resmen

Havaalanına giderken, iki ana yol arasındaki otlu bölgede fosforlu yeşil bir emzik, bir çift düzgünce bırakılmış ayakkabı, bolca jant kapağı ve üzerinde "BASIN SİTESİ" yazan yeşil bir levha gördüm. Trafik çok sıkışıktı ve ben Havaş'ta uyumaya meraklı bir insan olarak yeni uyanmış, bolca trafik ve uzun yoldan dolayı gergin değil ama sıkıntılıydım. Bunun yanında bana yerlere bakarak yürürsem ne kadar çok şey bulacağımı öğretmiş Küpçük adlı eski arkadaşıma içimden selam ediyor, yere bakarak yürüyen öğrencileriyle dalga geçen ve tekrar önüme bakarak yürümemi sağlayan Rıfat Hocama saygılarımı sunuyordum.

Konserler sevimli olaylardır. Gecikme olması, jenaratörlerin çalışmaması, ilk grup olarak çıkmış olmamız bu sevimliliğe zerre etki etmez (izleyicimiz olmasaydı belki edebilirdi gerçi). Diyeceğim şu ki, Ekşi Fest sağolsun, şöyle enfes bir ortamda konser verdik:


(bkz. Lemur agresif rock icra ederken)

Organizasyonel ortamlara pek giremedik açıkçası, girebilecek durumda olsaydık da girer miydik bilmiyorum, ama ağaçların altında bol oksijen eşliğinde eş dostla haşır ve de neşir olmak pek güzeldi yahu...

Bir de sevgili Mispis'e duygusal bir bağım mı var, yoksa nesnel olarak da seviyor muyum, duygularım çok karışık. Canlarım lan...



Mispis'in sahne performansını bitirmesiyle yukarı çıktık, Archive DJ setiyle bir süre hoplaşıp sağa sola sallandık, sonra MFÖ ve konuk sanatçı olarak yağmur sahne aldı. Ne kadar yağmur yağdığını merak edenleri 1. fotoğrafa, gruba ve Biricik Suden'e "abi neabeer?" demek isteyenleri sonrasına alalım (evet, gördüğünüz gölge bana ve Ali'nin makinam ıslanmasın diye üzerime tente gibi gerdiği gömleğine ait):



Üşendiğim için alıp da taşıyamadığım West Side Story plağımı nihayet eve getirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Eğer 2 liraya aldığım bu plağın birden fazla şarkısı dinlenebilir durumda olsaydı daha da mutlu olacaktım, ama minik bir hesapla bu durumda 4 şarkılık bu plağa 8 lira vermem gerekeceği sonucuna varabiliyoruz. Gerçi ben ona da razıydım ama "I feel pretty" dinlemek de yeterince hoş.

Tabii bundan çok daha hoş bir şey varsa o da geniş açı lense ve bu yollarda Ali Bey gibi bir yoldaşa sahip olmaktır efenim.


21 Haziran 2011 Salı

Badanacılar Kralı

Daha önce de, mandolinle ilgili konuşurken (evet, biz sık sık arkadaşlarla bir araya gelir ve mandolin konuşuruz) ergenliğin getirdiği "eşyalarımı boyayayım", "orasına burasına bir şeyler çizeyim" yahut "dur şuraya bir şarkı sözü yazayım" psikolojisinden bahsetmiştim. Evet, içimde hala biraz ergenlik taşıyorum, ama yıllar önce çok daha ergendim sayın seyirciler. Öyle ki bu ergenlikle gelen "yazlıktaki odamın duvarlarını kendim boyayayım" hevesi, tembellikle birleşince ortaya uçuk yeşil ve kötü boyanmış bir oda çıkmıştı:


Fotoğrafta güzel çıkmış olsa da aslen oldukça alacalı bulacalı, tatsız bir yeşile sahip duvarlarım bugüne kadar varlığını korumuş, kendini bu şekilde sevdirmişti. Kendimi "böyle de güzel ki zaten böyle istemiştim ben evet evet fırça izleri enfes bohem" gibi kelimelerle avuttuğumu inkar etmiyorum bu noktada, ancak şu ana kadar bu yapısını korumuş olmasını daha çok tembelliğime veriyorum.

Ha derseniz nasıl oldu da gaza geldin? Hiçbir fikrim yok, aniden odamı boyamam gerektiğine ve bir haftasonumu buna ayırmanın mantıklı olacağına karar verdim. Böylece, cumartesi günümü odayı beyaza boyamakla, pazar günümü ise bazı duvarları maviye boyamakla geçirdim.

Ve bu fotoğrafı anneannem çekti. Evet, kafamdaki bir şort, saçıma boya gelmesin diye bulabildiğim en mantıklı "şey".


Karşınızda Hülagü Alaçatı Butik Hotel'in tek kişilik odası. Sabahları köy kahvaltısıyla güne başlayabilir, otelimize yalnızca 10 dakika uzaklıktaki sörf alanında rüzgarla dans edebilir, akşamları Alaçatı'nın taş kaldırımlarında yürüyüp, misafirperver insanımızın sohbeti eşliğinde doğal limonatanızı yudumlayabilirsiniz.


Yarı alakalı dipnot: Küçükken taş toplamayı, onları renklerine ve büyüklüklerine göre ayırmayı çok severdim. İyi bir koleksiyoncuydum; çok taş toplardım, kötü bir koleksiyoncuydum; erken pes ettim. Ancak topladığım sevgili taşlarıma da kıyamadım ve hepsini bir ayakkabı kutusuna koyup yıllar önce Çeşme'deki odama yerleştirdim.

Problem tuz hamurundan yaptığım heykelleri de aynı kutuya koymam, ve tuz hamurunun un-su-tuz üçlüsünden oluşan bir "hamur" olması nedeniyle böceklenmesiyle ortaya çıktı. "Hazır odayı boyadım, dur biraz da temizlik yapayım" derken fark ettim ki sevgili ve çeşitli bir takım böcekler kutunun içine bir ekosistem kurmuş. Hamurun parçalanmasıyla toprak/kum elde eden böcekler, enfes yuvalar kurmuş, bir deniz minaresini mezarlık ilan ederek ölülerini oraya taşımış, üstelik ne salgıladılar ya da ne yaptılarsa, taşları ve kumları birbirine yapıştırmak suretiyle sağlam duvarlar/çatılar oluşturmuş. Kurtarabildiğim kadar taşı kurtardım, bir kısmı kutunun içinden çıkmadı, ben de böcekleri rahatsız etmek istemedim.

Kutuyu evin önündeki toprak alana, hem kutunun eriyebileceği, hem de böceklerin ortamları bozulmadan doğaya dönebilecekleri bir yere bıraktım.

12 Haziran 2011 Pazar

Brain Slug Party

  • Yazıya, günün anlam ve önemini de gözeterek, şununla başlayalım:

  • Birazdan aşağı ineceğim ve sonunu bildiğim ama yine de izlemekten kendimi alamadığım, üstelik bir de sevmediğim bir filmi seyredeceğim. Birkaç saat sürmesinin yanısıra, bütün kanallarda aynı anda izleme lüksünüz de var, enfes.
  • Haftasonu Çeşme'de, "ağaç gölgesinde tembellik yapma" sezonunu açtım. Yakın zamanda kısmetse suya çimme sezonunu da açacağım.
  • Amerika'ya giden Ozan Abi, eğer evlenip orada kalmaya karar verirse, tatil için geldiğinde sizin de onu Türk siyasetine boğma hakkınız doğar. Ama tabii ki siyasetten önce yemekler; yani dolmalar, barbunyalar ve ailecek bir arada olmalar, sevgi yumakları gelir.
ve tabii bir de kadeh kaldırmalar...


cep telefonuyla oynayan kuzenler...


suyun içine limon sıkıp, şeker koyup, babasına içirenler...


kahve falları...


her şeyi izleyenler...


ve dayanamayıp uyuyanlar...

  • Bu arada size bahçedeki yeni kiracılarımızdan bahsetmiş miydim?
  • Sonuçlar tahmin ettiğimiz gibi sinir bozucu bir çizgide ilerlerken yazıyı, yine günün anlam ve önemine uygun bir Futurama kesitiyle kapatıyorum. Bakalım önümüzdeki 4 senede doğanın, kültürün, dürüstlüğün, saygı ve hoşgörünün, demokrasinin, özgürlüğün, insan haklarının ne kadar ırzına geçilecek, biz de o esnada neler yapıyor olacağız...


6 Haziran 2011 Pazartesi

Kırmızı omuzlar



Efendim, bildiğiniz üzere şehrimizde, muhitimizde bir etkinlik, bir atraksiyon oldu mu "anam, şimdi orada fotoğraf çekmek ne keyifli olur" diye koşan saçma sapan bir insanım. Tamam, çoğu zaman üşeniyorum, ama Türk Hava Kuvvetleri'nin 100.yılı Çiğli'de, ya da başka bir deyişle "na şurada" kutlanınca üşenmek kabul görmedi, ve ben saat sekizde kalkarak, fotoğraf çantamı sırtlayıp yollara düştüm.

Öncelikle uyarayım ki, bu yazıda oraya giden herhangi bir telelensli fotoğrafçının fotoğraflarından farklı bir şey ne yazık ki yok. Zira uçakların yaptıkları hareketler görüntülenemiyor, nasıl çekerseniz çekin, nasıl hileler yaparsanız yapın, elinizde kalan yine mavi bir kağıt üzerine koyulmuş maket uçaklar görüntüsünü çok aşamıyor.


Şükürler olsun ki dumanlı şovlarda bu "desen" havasını biraz daha kırabiliyoruz göreceğiniz üzere. Bu arada belirtmek isterim ki, izlediklerim arasında en eğlenceli gösteri İtalya'nın, en zarif ve estetik gösteri Fransa'nın, en görkemli gösteri ise Türkiye'ninkiydi. Hırvatistan en erken çıktı, ve 4 senelik bir takım olmasına rağmen pek hoş bir gösteri sergiledi. Pakistan ses şov yaptı, Amerika da aynı şekilde. SoloTürk sonrasına kalamadığım için sonraki takımlarla ilgili bu kısa ve gereksiz yorumlarımı yapamıyorum ne yazık ki.
O değil de Ali İsmet Öztürk'e de buradan saygılarımızı gönderiyoruz...

Tabii ki 5-6 saat boyunca havalara bakmadım, fuar olarak oluşturulmuş, bol uçaklı alanda gezdim de gezdim, pilotları rahatsız ettim, gösterileri izleyen insanlara izledim...

5 Haziran 2011 Pazar

Babaannemin Fırını



Aslında işin özeti şu; babaannem tek kişilik minyatür fırınında çok kişilik yemek yapamamaktan sıkıldı ve enfes bir fırın çekti kendine. Tek sorun, yeni ve enfes fırınlar biraz dijital, biraz karışıktı. Biz de hem fırını çözmek, hem de fırını çözerken yaptıklarımızı yemek amacıyla babaannemde toplandık.

Beni her zaman hamur yoğururken göremezsiniz...

Festivale annem "fırında kremalı patates" ve "fırında balık" gibi ana yemeklerle katılırken, ben sonrasında çay eşliğinde yenilecek olan "hindistancevizli kurabiye" ve "lor kurabiyesi gibi detaylarla ilgilendim, adeta una, yağa, hamura doydum. Festival boyunca babaannemin kedisi Sarman'ın, içinde balık yatan fırına ilgisi ise gözlerden kaçmadı...


Yemekler oldu, sıcak sıcak yendi, kurabiyeler de pişti, onların soğuması beklendi. Leziz (ne yazık ki mütevazı olamayacağım bu konuda niheh) hindistancevizli kurabiyelerim ve yanmış (bu konuda mütevazı olmak zorundayım, zira bildiğiniz yaktım kurabiyeleri) lor kurabiyelerim ailenin beğenisine sunuldu.

Arkada yanık kurabiyeler ilgi çekiyor, AMA BAKIN HİNDİSTANCEVİZLİLER ÇOGZEL

"Ailecek en sevdiğimiz şey çayımızı içip güzellik yarışması seyretmektir."

Bir de şöyle bir şey var, babaannemle mutfakta: