27 Şubat 2014 Perşembe

Ben meraklı değilim.

Üzerinden tam 20 gün geçmiş: Size Sessions için Emir Yargın'ın Çorap şarkısını videolayalı (bkz. videolamak). Üzerinden 20 gün geçince anlatmak zorlaşıyor tabii o günü, ama deneyelim bakalım...

Günümüz prova için Ortaköy'e gitmek üzere Emir Bey'le buluşmamız ve Giorgio'nun ağızlık takmamak için müthiş tripler atmasıyla başladı; zira Şehir Hatları'nın net bir şekilde belirttiği üzere evcil hayvanlar ağızlıklarıyla vapura binebiliyorlardı ama Giorgio çok tarzdı; ağızlık onun bütün karizmasını bitirecek, kendisine "çok güzelsin" diyen genç kızları zıplayarak öpmesini engelleyecekti. Evet, Giorgio zıplayarak öpen bir köpekti.

Emir Bey sağolsun, ilk vapur yolculuğumuzun belgeleri var.

Çeşitli çakallıklar, vapur çalışanlarının iyi niyeti ve Kadıköy insanının hayvan sevgisi birleşince biz bir şekilde, gecikmeli de olsa çıktık yola. Kulaklıklarımızı taktık (zira Level Up Studio kulaklık gerektiren, pek hoş, pek farklı deneyimli bir stüdyodur), provamızı yaptık, az biraz dağıldık. Sonra tabii ki cıvıdık, çünkü hem Emir Yargın hem Emir Bey bizzat cıvımayı gerektirir.


Şehir manzaralı, az biraz da rüzgarlı bir terasta koreografiyi kesinleştirdikten sonra güneşin ısıtan son kırıntılarından yararlanarak, az biraz da donarak kaydı tamamladık. Kzu'yu rap yapmaya ikna etmeye çalışırken helikopter nasıl oldu, ne ara oldu, onu ben de bilmiyorum.


Önümüzdeki aylar hep böyle eğlenceli, müzikli günler getirsin be blogcan. Bunun yarısı kadar eğlenceli videolar olsun, ona da razıyım. Sesimin tizliğini ve düşük desibelini bastım bağrıma, valla.

O zaman Giorgio'nun şehirle imtihanı.




24 Şubat 2014 Pazartesi

#kafalarhepkarisik

Facebook'ta paylaştıktan ve tanımadığım 5 kişi demoları aldıktan sonra Ali'yle konuştuğumuzda fark ettim; hiçbir açıklama yapmamıştım. Üstelik şu anda da yapmamaya devam ediyor, eğer burayı okuyan biri varsa kendisini "ne demosu?" diye sormaya zorunlu kılıyordum. Zamanında Hande Sart hocamın söylediği, "bir şey yazarken her şeyi en baştan açıklamanız lazım, karşınızdakini hiçbir şey bilmiyor kabul etmeniz lazım" kuralını çiğniyor, zaten bu sebeple 10 sayfa sürmesi gereken makaleleri 5 sayfada bitiriveriyordum. Notlarım bir bir düşer, akademik hayata uygunluğumu gün be gün sorgularken, süzülüyordu bir damla yaş sağ gözümden.

Falan falan. Efe Işıldaksoy diye güzel bir insan var, eserlerini yakındaki çöp tenekelerine bırakarak paylaşıyor; paylaşmadan önce de eseri, paylaşacağı yeri ve saati facebook sayfasında yazıyor. Başladığı bu projede hiçbir eseri için para almıyor, hepsini ücretsiz olarak veriyor. Aynen şöyle bir açıklaması var kendisinin (direkt kopipeyst):

Sergim şehrin çeşitli semtlerinin çöplerine işlerimi bırakarak başlayacak ve isteyen çöpün önünden istediği işi alıp götürebilecek..(video linkini tüm işler çöpe bırakıldıktan sonra paylaşacağım) Neden çöp?? Üzerinde bulunduğumuz dünyada milyonlarca yıldır yaşıyoruz ve geldiğimiz noktada her şey satılık. Yeterince para öderseniz her şeyi alabilirsiniz. Para vermeden alabileceğiniz şeyler ise sokağınızdaki çöp tenekesinin içerisinde. Sanatın değeri, uğruna ödenen para ile ölçülüyor ve sanat git gide insandan kopuyor. Uğruna para ödensin diye yapılıyor resimler, bilet satılsın diye oynanıyor oyunlar, çekiliyor filmler.Ben resimlerimi neden mi çöpe atıyorum. Çünkü onlar satılık değil. Onlara para verip evinizin duvarına süs yapamazsınız. Ya da girişi paralı bir sergiye, belirli bir kesimin görmesi için asamazsınız... Çöpten farksızlar, çünkü onlar için hiç para ödenmedi. Bir yandan sanata ihtiyaç duyan bireyler azalıyor. Diğer yandan sanat yok oluyor. Para kazanmak için yapılan sanatın temasını anlatmayın bana da sanatı sanatçılardan kurtarın. Böylesi daha iyi olacak. Ve Ekmeğini çöplerin içinden çıkaran insan, sanat demeye başladığında uygarlaşacağız, ya da kimse çöplerin arasında ekmek aramadığında..

İşte böyle devam ederkene Efe Işıldaksoy herkesi kendisine katılmaya ve 14 Şubat'ta çöpe kendi yaptığı bir şeyler bırakmaya davet etti; Nilipek. de durur mu, yapıştırdı cevabı (ha, ne?).




Yani, işte. Daha fazlasını çizmeye beynim, gözlerim ve zamanım el vermediğinden kelli 7 adet çizim yaptım, 7 adet cd çektim ve 7 çizimi 7 cdnin kapağına yapıştırdım. Evet 7 sayısını çok seviyorum, ama konu o değil.

14 Şubat akşamı, saat sekize on kala balkondan baktığımda hiç kimse yoktu. Sekize üç kala inerken "lan kimse gelmeyecek galiba, neyse ben de yoldan geçenlere dağıtırım" diyordum içimden (zira deli yağmur yağıyordu ve demoların kapakları kağıttı). Sekizde çöpün yanında bekleşen insanlar vardı, ve evet, demolar sahiplerini buldu.




En güzeli de şunu fark etmek oldu; yahu ben bir şeyler yaparken hiç neden yaptığımı düşünmemişim. Genelde insan düşünmüyor sanırım zaten.

Not: Unutmamak lazım; projeye katılan birbirinden güzel eserler vardı. Sanırım hemen hepsinin fotoğrafı kafalarhepkarisik.com'da mevcut. Ve bir başka güzellik; durduk yere tanımadığımız insanlara kendi hazırladığımız hediyeleri verdik. Ben de çok güzel iki papyon sahibi oldum misal, Duygu Boz sağolsun:)

17 Şubat 2014 Pazartesi

Bakalım

(Aynı şeyleri tekrarlamayıp, hiç açıklama yapmaya da girişmeyip direkt şu fotoları paylaşayım ki gönüller şenlensin azıcık. Kendi blog yazmama bahanelerimden sıkıldım resmen.)


Şimdi, ayşegülnazcan'ın analog hayatında şöyle bir rutin mevcut:

1. adım - "Fotoğraf çekmez oldum": Bu noktada ayşegülnazcan kişisi hayıflanmalara doyar. Vakitsizlikten mi, yoksa var olan vakitte başka eylemlere öncelik vermekten mi kaynaklandığı bilinmeyen bu fotoğrafçekmezlik hali üzerine uzun uzun düşünülür. Sırt-bel ağrısından dem vurulur, şık çantalara fotoğraf makinesinin sığmaması vurgulanır. Bu adım kişiyi bir sonraki adıma yönlendirebileceği gibi, eylemsizlikle de sonuçlanabilir.

2. adım - "Bugün yanıma bunu alayım": Bu adımda ayşegülnazcan kişisi rafta duran makinelere bakar, aralarından bir tanesini (a) çanta durumuna, (b) gideceği yere, (c) elindeki filmlere ve (d) o makineyi en son ne zaman kullandığına göre seçer ve yanına almaya karar verir. Bir önceki adımda gerçekleşen uzun iç tartışmalarında çözüm olarak bu adım oy birliğiyle kabul edilmiştir.

3. adım - "Şuna bir film taka-aaaa": Makinede zaten film vardır. Neyse ki ayşegülnazcan bu gibi kazalarda sadece tek kare yakacak kadar hızlı, varlığını unuttuğu kareyi yakmaktan zerre rahatsızlık duymayacak kadar da çirkin bir insandır.

4. adım - "Hemen bitireyim bunu ben": Ayşegülnazcan, fotoğraf çekmediği günlerin acısını çıkarmak istercesine, abuk sabuk her şeyin fotoğrafını çeker. Bir gün gelir, herkes kendi yoluna gider. Her şey nasıl başladıysa öyle biter.

5. adım  - "Yanıma alayım bugün Sirkeci'ye bırakırım" : ...diyor ama yalan dolan. O filmler ortalama iki buçuk hafta gezmeden genelde Pamuk Ticaret'e gitmez.

6. adım - "Ben bunu nerede çekmiştim? Ve bu hangi makineydi?": Tabii ki her makinenin kendine has özellikleri var, ve aslında fotoğraflara bakarak aşağı yukarı tahmin etmek mümkün. Ama gün geliyor, beceremiyor insan, ne yapsın. Birbirine benzeyen makineler var. İlk kez denenenler var. Haliyle cdden çıkan fotoğraflar karşısında geçirilen dakikalar var.


Ehm, neyse. Sadede gelirsek:

Agfa Silette II













Agfa Clack












7 Şubat 2014 Cuma

"Açarız perdeleri"

Ne desem bilemiyorum. O kadar güzeldi ki, o kadar olur.



Yani şöyle, 16 Ocak'ta Dunia'da, sessiz, sakin ama davullu, baslı bir konser verdik. Bu halde verdiğimiz ilk konser değildi aslen (sonuçta bir ekşifest gerçeği var), ama bu sefer evimizin (ya da en azından evimin) dibinde, sevdiğimiz bir sürü insanla birlikte çalıp söyledik. Yine heyecan, yine mutluluk, yine tarif edilemez hisler.











Fotoğraflar Tunahan Emre Bilgin'den.

Ali Somay sayesinde müthiş bir ses dengesine, Emir Aksoy ve Yiğit Yemez sayesinde çok güzel kayıtlara sahip olduk. Söz konusu kayıtlar yakında indirimeli dinlemeli olur, ama o zamana kadar, bizzat playlist olarak aha şurada: