23 Haziran 2010 Çarşamba

Whitest Boy Alive, ne güzel grupsun.



Yerli ya da yabancı, önemli olan içimizdeki turisti korumak...


Mamiya'nın renkli filmle ilişkilerini gözlemledikten sonra, kendilerini bir de siyah beyaz filmle test etmeye karar vermiştik. Tabii ki her analog makinada olduğu gibi, bu süreç oldukça uzun sürmüş, hatta İstanbul'dan ayrılmaya beş kala filmim hala bitmemişti. Canhıraş bir şekilde filmi bitirdik, banyoya verdik, İzmir arifesinde de teslim aldık kendilerini. İşte Mamiya, siyah beyaz filmle ortaya çıkardıkları da şu şekil bu şekil:



İzmir'de olmak güzel, yarın Çeşme'de olmak daha da güzel olacak/Sonra Nilipek sizi yine keplere cüppelere boğacak. Ondan sonrası o kadar belirsiz ki, artık o kadar olur...

20 Haziran 2010 Pazar

"Böyle kaldım..."


Evet, bu bir daktilonun çantası üzerine çizildi. Ama konumuz bu değil elbet...

Konu Ali olduğunda sağda solda konuşmayı ne kadar seviyorsam, buraya yazmaya da o kadar çekiniyorum, dolayısıyla sanırım çok uzun yazmayacağım.

Ama şu var, Sevgili Ali Bey, sizi tanımasaymışım sanırım kendimi tanıyamazmışım. Sırf bu yüzden, yani son derece bencil bir nedenden dolayı, iyi ki doğdunuz, iyi ki varsınız.

İyi ki şapşalız.



:)

15 Haziran 2010 Salı

Oyuncak dükkanı





Finallerin bitmesiyle, Ulusal Tembellik Festivali'nin başlamasının aynı güne denk gelmesi, elbet ki tesadüf değildir. Çeşitli bünyeler tarafından çeşitli tembelliklerle gerçekleştirilen bu festivalde, benim final dönemindekinden daha az uyuyor olmam ise başka bir tembellik çeşidi, ya da "düşünce tembelliğine giriş" konulu çalışmalar olabilir. Evet, daha az uyumak, daha çok gezmek de bir çeşit tembelliktir.


Böyle bakıldığında en tembel günlerimi geçiriyor olabilirim. Ama bloga saçma sapan alakasız açıklamalarla başlamayı seven bir insan olarak her zamanki gibi belirtmeliyim ki; konu o değil. Konumuz; Güney Kampüs'te, Mühendislik Fakültesi'nin eğlencesiyle başlayan, daha önce gidemediğimiz için vicdan azabından öldüğümüz, ancak bu sefer katılabildiğimiz bir Dünyacanbeyingrupları konulu konserle devam eden ve manzarada Görkem ve Ali Beylerle, pek hoş muhabbetlerle son bulan bir gece. Ve elbette ki bir paragraf süren cümleler...

"Sydney ve Anıl olarak cümleyi alkışlıyoruz, keşke her cümle 40 satır sürse..."


Şöyle ki, keyifli ortam, keyifli insan görmek beni de çok keyiflendiren bir şey. Dolayısıyla bir grup keyifli mühendisi göbek atarken izlemek pek hoş bir başlangıç oldu gece için. Başlangıçta fotoğrafların çekilme amacı, bir takım sarhoş mühendislere ertesi gün "oğlum bak nasıl oynadın" demekti, ama daha 15.saniyede "yahu ne güzel oynuyorlar, yahu ne güzel gülüyorlar"a dönüştü...


Neyse efenim, saatler onbire yaklaşırken mühendislerimizi bırakıp Taksim'e, 60m2 adlı mekana doğru yola çıktık. Evet, Dünyacan Beylerin her iki grubunun bir karması, bir çeşit sahneye çıkmalı, seyirci katılımlı bir konser organize etmişti, hiçbir konsere gidememiş olsak da, hazır finaller bitmişken buna gitmemiz farzdı.


Pek keyifli geçen konser sonrası içimizde kalan midye isteği, yüreklerden yükselen bir şarkı ile (in the jungle, the mighty jungle, the lion sleeps tonight...) ve çeşitli huzur/keyif karışımı duygularla manzaradaydık, Ali Bey, Görkem Bey ve ben.

11 Haziran 2010 Cuma

Su var bardak yok.

Cüppeyi kepi gördük mü kontrolden çıkıyoruz.

Uykusu olan bir insanım, ama konu bu değil tabii ki.

Efenim, son iki güne dair planım, iki basçalar arkadaşımın konserlerine gidip fotoğraf çekmekti. Birincisini, yani On the Road'u, yalnızbaşımaneyabacağımkine psikolojisiyle, sanki daha önce hiç yalnız konsere gitmemişimcesine yalan ettim-ki ben mekanın önünde Dünyacan'la konuşurken Fatih'in geldiği an yıkıldığım andır, hem uzun zamandır görmediğim iki arkadaşım bir aradadır, hem de yalnız seyretmeme gerek kalmamıştır...


Peki neden inatla gitmemişimdir? Çünkü, yukarıda gördüğünüz, içlerinde Emir Bey'in de bulunduğu, oldukça mezuniyete hazır insanlar, daha konserde yalnızlık ihtimalleri sadece söz konusuyken kanıma girmiş, gecenin kaderini bambaşka yollara saptırmışlardır. Emir Yargın'ın evsahipliğini yaptığı buluşmada yeri gelmiş geçmişe dair videolar izlenmiş, yeri gelmiş kimi besteler yapılmış, yeri gelmiş yarı kapalı , uykulu gözlerle şarkılar söylenmiştir.

Emir Yargın: "Ev sahipliğinde sınır tanımam..."

Bir sonraki gece de, yine neşeli bir ekip olarak Umut Beylerin bas gitar çaldığı Zebrass'taydık. Pillerim dolu, lenslerim hazırdı, evet evet, bu gece resmen fotoğraf çekecektim. Gerçi zaten bütün konser boyunca fotoğraf çekmek gibi bir niyetim yoktu, ama dansedenyabancısarhoşteyze terörü, ve nasıl becerdiysek tuvaletin yolunu kapatıyor olmamız, fotoğraf sürecini biraz kısa tuttu. Olsun, mutluyduk, fotoğraf çekebilmiştik, biz de kendimizi mutluluktan dansa verdik...

7 Haziran 2010 Pazartesi

Bells chime, three times..

Bugün, dünyanın en iyi insanı ünvanını hak edecek bir hareketle sabah sürpriz poğaça getirmişti Görkem-ki söz konusu poğaça tüketimi, yemek yemek, su içmek gibi insani tüm ihtiyaçların bir yana bırakıldığı bir ödev sabahlaması sonucunda ekstra değerli olmuştu.

Biz de NH'nin önüne, az sonra sıkıntılı geçecek dersten habersiz, oturduk, poğaçalarımızı yedik. Bu sene pek yapamadığımız bir şeydi, oturduk, poğaçalarımızı yedik. Dersten önce son kez, oturduk, poğaçalarımızı yedik. Görkem'e dönüp, "Aslında hüzünlü olan ama şu anda hüzünlendirmeyen bir şey söyleyeyim mi?" dedim.

"Söyle.."
"Dersten önce son kez poğaça yiyoruz."
"..."
"..."
"Bok ye Nil."

Hava fenaydı ya, sırf o yüzden sanki aslında Ocak ayındaymışız, daha okulun bitmesini düşünmemize bile gerek yokmuş gibiydi bugün.

Dipnot: Okulun sonu konulu bunalım yazılarımdan baymış olanlara; arkadaşlar bunun daha son sabahlaması, son manzarası, son çayı, son hedesi, kep atması falan var. Önümüzdeki bir ay içinde alabileceği iğrenç vıyır vıyır duygusal hal için şimdiden özür dilerim. Bence bir ay açmayabilirsiniz blogu, bir şey de kaybetmeyebilirsiniz.

5 Haziran 2010 Cumartesi

Yollar yokuş, yoruluyor insan...




Uzun zamandır ziyaret etmediğimiz Eminönü'ne, şöyle hazır bunaltıcı sıcaklar gelmişken, bir de günün en sıcak saatlerinde terli bir ziyaret yapalım dedik. Ne yazık ki hava hafif serinlemişti, dolaşırken ulaşmak istediğimiz ter oranına ve bunalmaya pek yaklaşamadık, ama bunu dengelemek için sırt çantalarımız vardı, bol bol da yürüdük, hele bir de 20 dakika bekleyip önümüzden iki 43R'nin 'kaçışını' görünce, hafif sinir bozukluğunu da ekleyebildik.

Lady Gaga'ya ıraksamak...

Efendim, tabii ki görevimiz beni fütursuzca yarı yolda bırakmış olan Lübitel'i tamire bırakmak ve bir takım filmleri banyolatıp taratmak gibi gözükse de, aslen tek amaç ara sokaklarda hanlara manlara girip ıvır zıvır bakınmaktı, nitekim yaptık da böyle şeyler. Hatta ıvır zıvır bakınmakla kalmadık, İş Bankası'nın müzesine bile baktık, eski hesap makinalarını, daktiloları, defterleri falan inceledik. Eğlenceden ölmekle yorgunluktan ölmek arasında gidip geldiğimiz bu gezinin sonunda, otobüse binebildiğimizde bünyeler yorgunluktan ölmeyi tercih etti.

Ve evet, taratmış olduğumuz fotoğraflar ise şöyle:

Agfa Silette:


Lubitel 2:

Çıkan fotoğraflar her ne kadar beklentilerimizi tam karşılamasa da makinalarımızı ve poz veren arkadaşlarımızı seviyoruz biz. Pek seviyoruz.

1 Haziran 2010 Salı

Meslekler günü

Mesleğimizin en büyük mevzu olduğu şu mezuniyet arifesinde, Enka'nın 6-8. sınıflar Meslekler Günü afişini yapmış bulundum. Başarısı tartışılır, ama şahsen çizim sürecinin keyfini tartışmam.


O değil de 8. Geleneksel Kütüphaneye Kapanma Festivali bu dönem son kez gerçekleştirilecek. Etkinlikler arasında tabii ki yine ödev hazırlamalar büyük yer kaplarken, bu sene de bir final hazırlık workshopu katılımcılara neşeli dakikalar yaşatacak. Uzun vadede tekrarlanması düşünülen ancak kesin olmayan festivale yoğun katılım bekleniyor.-(NIHA)