21 Temmuz 2013 Pazar

Far over the misty mountains cold

Şahabettin Beyler bol rüzgarlı tatilinden Pamuk Ticaret yöresine döndüğüne göre tribal makinamız Ilford Sportsman'den fotoğraflar çıkarabilir, ve hatta bu fotoğrafları blogsal alanlarda yayınlayabilirdik.

Ilford Sportsman'i şu ana kadar 2 kere kullanabildim, kendisi şu anda Çanakkale civarlarında Sertaç Bey'in çantasında gezmekte. Neden bilmem, içine koyduğum bütün filmlerle aşk yaşıyor, sarmak ve çıkarmak istediğimde triplerden triplere koşuyor. Hele bu sefer biraz fazla aşk yaşamışlar ki sarsıntılı fotoğraflar mevcut (hayır, kesinlikle benim beceriksizliğim değil, yo yo).




Gerçi şikayetçi miyim? Sanırım değilim. Yani, biraz hastalıklı bir netlik ve düzgünlük anlayışım olsa da kendi çektiğim fotoğraflarda, galiba bilinçsizce o çizgilerden çıktığım, kontrolün yanılgı haline geldiği anları seviyorum. O değil, biraz daha afili cümleler kurarsam Fight Club'daki kendini dövme sahnesini gerçekleştireceğim.





Böyle de sokaksal şeyler var. Sokak güzel yer. Sokak güzel, son zamanlarda daha da güzel yaşadık sokağın güzelliğini. Ama ne yazık ki ben biraz sabit bir insanım, nereye koyarlarsa orada duruyorum. Evse ev, işse iş, gerçi sokaksa da sokak. O yüzden, bağlayamadığım şekilde, gelsin eşimiz dostumuz:













16 Temmuz 2013 Salı

"Her yer başbagan"*

*Amacım dalga geçmek değil, yanlış anlaşılmasın. Ama bence, bu şekilde bağıran insanlar muhtemelen olayları çok güzel özetlediklerinin farkında değildi. Evet, her yer BAŞBAGAN, başbagandan kaçabileceğimiz herhangi bir yol, sokak yok. Yaptığımız her şey bizzat kendisinin onayına bağlı olmalı.

Zerre yazasım yok, yorum yapma hakkımın olduğunu da düşünmüyorum pek. Bir önceki yazıdan bu yana bir buçuk ay geçmiş, son iki yazıda kişisel her şeyi bırakıp devlet-millet meselelerine eğilmişim. Ben bu blogda bir şeylere isyan etmeye başlarken, benimle birlikte birçok kişi isyan etmeye başlamıştı sanırım. Yerimizde duramaz hale gelmemiz bence o kadar da tahmin edilemez bir şey değildi.

Sonra işte Gezi Parkı direnişi, sonra işte insanlık adına gerçeküstü durumlar... Nasıl güzel bir direniştir o, nasıl ütopiktir, sonrasında getirdikleriyle birlikte. Yani hep karamsardım, hala karamsarım, ama geriye baktığımda hep güzellikleri görüyorum. Sadece kendime hatırlatmak için yazıyorum.

Reyhanlı ile ilgili de yazmıştım, şimdi de geçerliliğini koruyor. İşin içinde birçok şey olabilir, benim yorum yapma hakkını kendimde görmeyeceğim birçok şey dönebilir (döndüğüne inandığımdan değil, dönme olasılığını da bir kenarda tuttuğumdan, buradan Ali Bey'e de selam ederim). Kendimce mantık ve biraz da genelgeçer bilgi ile ürettiğim teknik/ekonomik/politik argümanlara bir sürü karşı görüş sunmak mümkün, sonuçta uzman değilim, bilgim sınırlı.

Ama benim işte tartışamadığım, kafamın alamadığı bir "insanlık" boyutu var. İnsan ulan karşındaki. Bildiğin insan. O insana neden çile çektirirsin, çile çektireni nasıl savunabilirsin? Reyhanlı ile de ilgili söylemiştim bunu, ölen arkasından nasıl bu kadar saygısız olabilirsin? E ama öldü adam, öldüreni nasıl koruyabilirsin?

Hukukun, insan haklarının, kişisel özgürlüklerin gerçekleşebildiği, geçerli olabildiği durumları kutluyor olmamamız lazım; zira normal olanın bu olması lazım.

Normal demişken, normal kavramının ve "normların" düşünülmediği günden bir takım fotoğraflar, falanlar gelsin. Zira kavramı yok saymak da bizzat onu sorgulamaktır bu durumda.