31 Aralık 2009 Perşembe

Her gün yılbaşı

Dün gece, Hülagü ve Üngör aileleri, biraz da deplasmandan gelen fertler nedeniyle (bkz. Berk ve ben) bir araya gelip yeni yılı kutladı. Hülagü malikanesinde gerçekleşen kutlamada, özenli bir şekilde hazırlanmış olan sofra takdir toplarken, şömine önü evin en popüler mekanı seçildi.


Bu toplaşmaya katılan aile üyelerini sayıyorum: Babaanne, anneanne, bir adet dayı, bir adet amca, iki adet yenge, üç adet kuzen, bir anne, bir baba, bir ben, bir de köpek.

O zaman pamuk helva...

Bir iki saat içinde, yeni yıla Seferihisar'da girmek amacıyla Meneviş Hanımların yanına, Tozak Han'a gidiyoruz. Orada da türlü eğlenceler bizi bekliyor sanırım. Haydi hayırlısı:)

28 Aralık 2009 Pazartesi

Grip


Hayır, grip değilim, sadece aklıma geldi, hojuma gitti, hazır ödevi de bitirdik, çizelim dedik. Gece gece gaza gelmek işte. Sıcak sıcak sunuyorum efendim, buyrun.

27 Aralık 2009 Pazar

(...) and paint the rainbow in graceful colors

Selin naber?

Bugün sürahimin içine düşmüş bir uğur böceğinin hayatını kurtardım sayın seyirciler. Sanırım çabamı görseniz gerçekten takdir ederdiniz. Kendisi eğer soğuktan donmadıysa şu anda evinde, ailesiyle mutlu mutlu takılıyor muhtemelen.

Onun dışında şu haftasonunu (yahut perşembeden bugüne, haftasonu olarak sayılabilecek zaman dilimini) nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Aniden insan içine düştüğümden olsa gerek, bir tuhaf geliyor. Taşoda konserleri geçti, 7pf2p geçti, bir sürü muhabbet geçti, genelde de güzel geçti aslen. Ama diyorum ya garip bir uyumsuz his var içimde.

Dönem sonları bir garip oleyor. Bunlar da bu haftasonuna dair iki mekandan kimi fotoğraflar, buyrun:


25 Aralık 2009 Cuma

Yeşil Otobüs

Stajın son günü, bir çılgınlık edip tıklım tıkış dolu olan 59A'ya binmişim, zaten otobüse girdiğimle kalıp herhangi bir ilerleme de kaydedememişim; şoförle yanyanayım. Hapşırdım.

-İyi yaşa
-(kulaklığı çıkar) Ha, ne?
-İYİ YAŞA DİYORUM
-Eheh, hep beraber.. (kulaklığı tak)
-Kulaklık çıktı mertlik bozuldu ya...
-(tekrar kulaklığı çıkar) Efendim?
-Kulaklık diyorum çıktı, mertlik bozuldu...
-Eheheh (muhabbet olasılığı üzerine ipodu kapat)
-Bir de yayalar var kulaklıkla gezen... Korna çalıyorsun çekilmiyor... İlla diyor gel beni dürt... Bir de yolun ortasından yürüyor...
-Ya, onlardan biri benim sanırım ehemehe...
-Ahaha, yalnız bir gün öyle yürürken bir yeşil arabaya binersin, ama o araba bu olmaz.


Ani gelen şu lafın içindeki belirgin zekaya mı hayran kalayım, sabah sabah felsefe yapan otobüs şoförüne mi, bilemedim. Hayır, bu konuşmanın devamında bir de "Zaten ne değerli arabaysa, herkes onun peşinden koşuyor" da dedi. Sonra bir durakta bütün yolcular indi, ben de arkaya ilerlemek zorunda kaldım.

22 Aralık 2009 Salı

Zenci


Zamanında CET360 dersinde yapmış olduğum bu güzide eseri, şimdi hazır yine aynı bilgisayardayken yayınlıyorum. Maksat eser unutulmasın, lab bilgisayarlarında kaybolmasın, tükenmesin...
Ayrıca yaşasın ms paint.

Otomobil dünyasına dair son dedikodular...

Uzun zamandır Lemur insanlarıyla "bir yerlere kaçacaktık", anjak "herkes" gelemediği için yapamıyorduk. Söz konusu insanları hiç evimde ağırlamamış olduğumu da düşününce (gerçi Deniz geldi çok kez), "E hadi gelin bana" demek farz olmuştu.

Ergin Beyler, 'stüdyoda çay saatini tek çeşit abur cuburla geçiştiremeyeceğimi, bu tarz numaralarını yemeyeceklerini' hatırlatınca ben de kendimi mutfağa adadım, ayıptır söylemesi bir patatesli tart, bir de portakallı-çikolata parçalı kek yaptım, sonra da yaptığım şeylerden çok onların primini yedim. Deniz Hanım'ın da getirdiği sigara börekleriyle çeşit sayısı üçe yükselmişti, daha ne olsundu.
Bu arada bunu da denedik, oldu lan...

Gecenin sonunda Uygar'a saygımızı yitirmiş, Ergin'i de gruptan atmaya karar vermiştik, ne yazık ki bu kararlar hava muhalefeti nedeniyle ertelendi. Zira Ergin gidebilmiş olsa da, fırtına nedeniyle Deniz ile Uygar geri dönmüşlerdi, ben ise gayet pijamalarımla, adeta bir teyze modunda salonda meyve soymaktaydım... Ama tabii ki bunun yerine hep beraber çekilmiş olduğumuz son fotoğrafı koyacaktım...


Dün ise Görkem'le büyük bir hevesle derslerimizi ayarlayıp Galip Hoca'yı görmeye gittik, ancak Galip Hoca öğleden sonra demesine rağmen sabahtan okula gidip geri bile dönmüştü. Yapacak bir şey olmadığından kelli, Emir ve Emre Beyler ve Ilgın Hanımlar ile manzarada çay içer bulduk kendimizi. Galip Hoca gelmedi, boynumuzu büküp derse döndük biz de....



Akşam babam geldi asıl, nasıl özlemişim anlatamam. TOSFED yemeğinde kavalyelik eyledim kendisine, bu sabah da gitti. Kafamda hala yılbaşı için İzmir'e gidip gitmemek var. Başka şeyler de var kafamda, onları çözmek için çaba sarf etmek zorundayım, ama bir çözüm görememekle beraber, çabayı anlamsız bulduğum bile söylenebilir şu an. Bir de çok açım be...

18 Aralık 2009 Cuma

Pilav yedim?

Hellö!
  • Merhaba sevgili blog, naber?
  • 6 günde toplam 20 saat uyumuşum, sorun değil. Benim salaklığım, kendi kaşınmam çoğu.
  • Onaylanan yüksek lisans tezlerini gördükçe bölümümden tiksindim be blög. Öyle bir tezle yüksek lisanstan mezun olmamalı insan. Demiyorum ki geçersiz say, onun yerine uzat yüksek lisansı, 2 sene yerine 3 senede bitirsin, ama düzgün bir tezle bitirsin. Belli etmiyorum, ama nefretle doluyum.
  • Gerçi iki gün önce son derece taze ve güçlü olan nefretim, sunum güzel geçince bi yumuşadı, bi yavşadı...
  • Salı günü aynı anda hem güzel, keyifli, hem de über salak bir gündü. Pilav yedim taş çıktı, yoğurt yedim yaş çıktı. Hayır, henüz bir kız sevmişliğim yok, ama ablasını tanıdıklarım var.
  • Kütüphane güzel bir yer.
  • Bana bir karton bardaktaki çayın, yere dikey olarak, hiç dökülmeden çat diye düşmesi ve burada oluşan etkiye tepki olarak suyun benim yüzüme kadar ulaşması ihtimalini açıklayın. "Ne var ki bunda?" diyenler için açıklayayım, yüzüme çay sıçramadı. Yüzüm çayla yıkandı, ön taraflara tekabül eden saçlar yapış yapış oldu falan. Ve ben çayın bardakta kalanını içebildim, bardak devrilmedi. Bu ne yahu?
  • Şimdi biraz canım sıkıldı, ve biraz zekam düşük şu ara, ama aslında güzel günler geçiriyorum ben. Hayat resmen bana güzel diyebilirim.
  • Biz Barış Hoca gördük!
  • Aaaa en önemlisi: Galip Tekin çıkmış, pazartesi okuldaymış, bizde resmen bir bayram havası...
  • Kuzenim geldi ve göremedim, resmen içime dert oldu.
  • Bugün Emir Beyler ile yemek müziği yabdık, hak ettiğimizden emin olmadığım iltifatlar aldık, Emir Bey'i bilmem, ben mutlu oldum. Sonra etrafı bir kolaçan etme amacıyla müzik kulübüne gittik-ki karaoke partisi vardı ve herkes bir ağızdan Sezen Aksu'nun bir şarkısını söylüyordu. Kimseyi tanımıyorduk, gençlik tepiniyordu, Kürşat'ı bulduk, bize Ferhant Göçer taklidi yaptı, kendimize geldik.
  • Çok uykum var. Bunlar da dünden iki adet fotoğraf:
  • Daha boş bloglar da yazabilirim. İnanıyorum kendime. İyi geceler.

11 Aralık 2009 Cuma

Got my feet on the ground

Sırf şunu dediği için Firefox'a inanılmaz sempati duydum ben:

"Açılmak istenen site isteğe cevap vermeyince, tarayıcı da beklemeyi bıraktı."
Ayrıca sırf sayfaya bağlanamadı diye "Böyle bir bağlantı yok!" diyen Chrome'a da,
suçu sayfaya atıyor diye kıl olmaya başladım.

Her neyse. Üç gündür şunları yaptım ben, gerçi hiçbiri içime sinmiş değil ama olsun.

1-"Başım ağrıyeee"




Dört gün aralıksız ve yoğun bir şekilde süren baş ağrısı festivalleri, dün gecenin geç saatlerinde müthiş bir törenle sona erdi. Alternatif sahnede yer alan aktivitelerden boyun ağrısı, diş ağrısı ve çene kilitlenmesi de seyircilere harika bir final yaşattı. Festivalin hemen ertesinde, festival komitesi başkanı Nil İpek Hülagü; "Halkımıza böyle bir festival sunduğumuz için çok mutluyuz, ama başınızın ağrımamasının ne kadar büyük bir nimet olduğunu bilemezsiniz." dedi.

Çok daha somut bir şey olacaktı bu, ama baktım ortaya dünyanın en gereksiz resmi çıkıyor, dur bakayım dedim, biraz el attım kendisine. Ve evet, aylardır kontrol ettiğim "kendini çizme içgüdüsü"nü artık serbest bırakmak zorunda kaldım.

2-"Hazır başım ağrımışken..."


Şunu fark ettim ki (gerçi daha önce de fark etmiştim), sümüklü böcek çizmeyi çok seviyorum. Buna ek olarak sırtımda yürüyen sümüklü böceklerin fikri de ek olarak hoşuma gitmiş. Bunların hepsi bir yana, her yağmurda mutlaka yanlışlıkla 2-3 sümüklü böcek eziyorum ve her seferinde ne kadar mutsuz olduğumu anlatamam. Çok fena.

Sonuç olarak şu abladan özendiğimi zaten inkar etmeyeceğim, o ablanın bu işi çok daha iyi yapmış olduğunu da kabul ediyorum. Ama, hani yarın öbür gün sorarlarsa "moleskine boyadın mı ki hiç sen, adam mısın sen?" diye, cevabım hazır en azından.

3-"Dev kedi"


Bu resim tamamlanmadı ve sanırım hiçbir zaman da tamamlanmayacak. Çünkü bir sorun var renklendirmesinde ve çözemiyorum, bir türlü istediğim gibi olmuyor. Yine de şu üçü arasında en çok içime sinen bu diyebilirim. Ayrıca kedilerin parmak görünce burunlarını sürtmesi dışında açıklaması en zor resim de bu galiba.

4-"Aslında bi şeyler var ama?!" -yoğun istek üzerine


Emir Bey'in de blogunda bahsettiği gibi, salı günü bir takım videosal kayıtlarda bulunduk, neden diye sormayın, anlık gazlar silsilesi sonucu oldu bir şeyler. Aslında benim bir haber spikeri ciddiyetinde geri vokal yaptığım, melodinin ortasında nefesim bittikçe "hııııııııınnnggh" şeklinde burnumu çektiğim, Emir Bey'in de aynı anda hem x, hem y, hem de z eksenlerinde çılgınca sallandığı videoyu buraya koymak isterdim. Koyamadım, internetim yamuk, iki dakikada bir düşüyorum -ki sanırım hepimiz için en hayırlısı bu, ahahahah:)

~

Neyse, özgüven düşmanı bu dört aktiviteden sonra ego patlaması yaratan olaya gelelim.
Buyrunuz, hazır hava atma şansım var:

Çok değişik hissiyatlar içindeyim, bi işe yarayacak mı o bile bir muamma. Ama Görkem benden de iyi bir sonuç aldı ki o süper. Cidden süper. Hatta ona daha çok sevinmiş olabilirim.

7 Aralık 2009 Pazartesi

Öeh



Nasıl bir kafa yahu bu?
Ben de istiyorum aynı kafadan...

6 Aralık 2009 Pazar

καλός, καλός*

*Kala, kala. İyi, iyi. Google translate bu şekilde yazıldığını söylüyor. Kalavrita'nın ilk dört harfi ayrıca, ama bu şekilde yazılmıyor tabii. Neyse, konu o değil.

İki hafta önce Ersi bir mail yazmış bana, ki kendisi Kalavrita'daki renklendirme hocamız olmakla kalmaz, tanıdığım en iyi öğretmenler sıralamasında üstlerde yer alır. Bizim bu hatunun dersinden çıkamayıp akşam yemeğini kaçırmışlığımız vardır misal, o kadar keyiflidir. İşin ilginç yanı, onun ilk öğrencileriydik lan biz.
Doğan, Ersi ve tanımadığım bir adam.

Maltepe Üniversitesi Animation Celebration adı ile Animartvari bir etkinlik düzenliyormuş, bu etkinlik bünyesinde de Ersi Spathopoulou, Fernando Galrito gibi Animart'ta ders veren ekip yine ders veriyormuş. Hatta gelenek bozulmasın, animasyon festivalleri hep itin g.tünde yapılsın diye dersler de Maltepe Üniversitesi'nde olacakmış.

Bu cuma işte, Yunanistan'dan gelen öğrencilerle de tam anlamıyla mini bir Kalavrita haline getirilen Maltepe Üniversitesi'ne özellikle Ersi'yi görmeye gittim. Çok acaip lan. Yani rüya gibi bir on gün yaşıyorsunuz ve o on günün bazı kahramanlarını farklı bir ortamda tekrar görüyorsunuz falan. Bilmiyorum, inanılmaz mutlu oldum ben.

Sonra da Yora konserine doğru yola çıktım efenim, 125 kuzu kuzu beklerken 110un inatla olmamasına sinirlendim, sonra otobüste uyuyup rüyamda otobüs saatlerini birbirine diktim. Saçmalama konusunda sınır tanımıyorum.

Yora ne güzeldi yahu. Sanırım seyrettiğim en keyifli Yora konseriydi diyebilirim. Çok dürüstçe söylüyorum bunu.

O değil de ekşi kivi çok kötü bi şey be...

30 Kasım 2009 Pazartesi

PUNISH MY HEAVEEN

Canım metalci kardeşim,
Gerçekten lafım dinlediğin müziğe yahut tarzına değil.
Ama bil ki, dinlediğin müziği bütün otobüsün duymasını sağladığın zaman hiçbir primin olmuyor, üstelik kendi kulaklarına zarar veriyorsun kuzucuğum. Otobüsteki kızlar falan sana bakıp "Vay, ne kadar asi çocuk, adeta cayır cayır metal dinliyor, kimseyi de umursamıyor, sanki topluma başkaldıran bir ifadesi var" demiyor. Evet, bir an otobüste Punish My Heaven girişi duyunca nostaljik bir mutluluk yaşadım, ama 10. saniyesinde değiştirdin zaten onu da.

Mesela bana sorar mıydın bilmiyorum, ama sorsan bu tişörtle daha çok prim yapardın...

Hem madem hep beraber dinleyecektik, neden o kadar para verip mp3çalar aldın ki evladım? Pilli bir kasetçalar da işini görürdü?

Dipnot: Yanımızdakinin dinlediği müziğe baktığımız doğrudur. Hatta çevremizdekilerin dinlediği müziğe baktığımız ve hatta buradan önyargı çıkardığımız da doğrudur. Ama şu da var ki, eğer dinlenen müzik çevrenin gözüne sokulmaya çalışılıyorsa bunun da farkına varırız ey dostlar. Yapmayın etmeyin, çevrenizi salak yerine koymayın.

28 Kasım 2009 Cumartesi

Civcivin çıktığı yumurtayı beğenmemesi ve kirpiler

Yaşasın bayram, yaşasın ailelerin toplaşma halleri. Üngör ailesi biraz erken toplandı, zira ailenin 2/3ü turla Beypazarı senin, Eskişehir benim dolaşacaktı. Dün de Hülagü ailesini topladık, hepimizin babaannesi Perran Hülagü'nün evinde. Her sene olduğu gibi toplu bayram fotoğrafı bile çektik.

Aile toplantıları git gide daha değerli ve güzel oluyor yahu. Bayramları sırf bu yüzden bile sevebilirim sanırım.

O değil, her sene olduğu gibi, bu sene de "ooh ne de güzel hasta olmadım, pek de güzel hasta olmadım" derken şimdi burnum akıyor, öksürükler gani gani. İzmir resmen beni bozdu yahu.

Son olarak şu korku filmi tandanslı fotoğrafı ve öncesini de koymak istiyorum. Sarman, kendisine "gel biramı paylaşalım" diyen amcama saldırıyor.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Kişisel "Abi ne yaptınız siz?" dedirten albümler listesi, vol.1

8-9 saatlik otobüs yolculuklarında insan ne düşüneceğini şaşırabiliyor bazen, ben de, neden bilmiyorum, "Abi ne yaptınız siz?" dedirten albümleri düşündüm yolda. Gerçi yolculuğun 80%inde uyuyabildim, hatta üzerine su dökülen koltuğumun (yanımda oturan abla ve elinde suyla uyuyakalışı sağolsun) üç günde kuruyacağına dair muavinle muhabbet bile ettim rüyamda. Ama yine de boş kalınca insan boş şeyler düşünebiliyor...

Neyse diyeceğim o ki, tabii ki sevdiğim çok fazla albüm var. Hatta bu saydıklarımdan daha çok sevdiğim, daha çok dinlediğim albümler gani gani. Ama, hani bazı albümler vardır ve insanın müzik anlayışına doğru el kaldırıp "bir dur bakalım bak burada ne var" der, bunun gibi bir şey. Müzik anlayışına küçük dokunuşlar, minik sevgi pıtırcıkları... Bir de, şimdi yarısını görüyor olduğunuz liste aslında gayet populist bir liste olabilir, ama hatırlayınız ki bunlara "Abi ne yaptınız siz?" deyişim, türün ilk örneği olarak onları dinleyişime tekabül etmektedir.

Amaan, sonuç olarak, bu oldukça kişisel bir listedir. Nesnel hiçbir yorum içermeyebilir, nesnel hiçbir kaygı gütmeyebilir.

Vanessa Mae – Storm


10 yaşındayım, 4 yılın sonunda piyano çalmayı büyük bir nefret ve bezginlikle bırakalı bir yıl olmuş, yeni bir enstrüman çalmak söz konusu, gitar ile keman arasında gidip geliyoruz ailecek. Hani çaldığı enstrümana zerre vakit ayırmayan bir insan olduğumun ve bu yüzden ne yaparsam yapayım ilerleme kaydedemeyeceğimin o zamanlar pek farkında değiliz, gazımız sonsuz, ama karar veremiyoruz (gerçi kararları neden keman ve gitarla sınırlandırmışız o da ayrı konu, ekstrem bir şey de çalabilirmişim, eğlence olurmuş). Gitar karizmatik, ama herkes çalıyor, kemanın pek kabul edilirliği yok o yaşlarda (bkz. Ergenliğe az kalmış) ama çalmak daha zor vs vs derken babam bir İstanbul gezisinde bu albümü alıyor...


Bu şarkı Görkem'e gitsin...

Tabii ki kemana karar veriliyor bu albüm sonrası.

Laço Tayfa - Hicaz Dolap


Bu albümü hazırlıkta edindiğimi hatırlıyorum, ama nasıl edindim de dinlemeye başladım hatırlamıyorum, galiba Laço Tayfa’nın konseri olacaktı ve ben bir şekilde grubun kesin süper olduğuna kanaat getirmiştim. Evet, öyle olmalı, çünkü annemle babamı gaza getirip konsere sürüklediğimi anımsıyorum.

Şimdiyle aynıydı o zamanki bakış açım da; genel olarak türkülerin yahut “Türk müziğinin” modernleştirilmesini sevmem, ya seksenleşir ya da arabeskleşir çünkü, halbuki halk müziğinde çıkan doğal ses hepsinden güzeldir-bence. Yani ben onu severim.

Ha ne oldu, ben bu albümü dinlerken bütün bu düşüncelerimi yutup üzerine bir de su içtim, zira her parça hem bütün olarak, hem de tek tek öğelerine indirildiğinde inanılmaz keyifliydi, ve ben böyle bir şeyi ilk defa dinliyordum. Gerçi insanlar Bergama Gaydası’ndan sonra olmamış demişler Hicaz Dolap için. Geriye dönüp Bergama Gaydası’nı yahut Brooklyn Funk Essentials ile kaydettikleri In the Buzzbag’i de dinledim sonrasında, çok da sevdim, ama Hicaz Dolap daha bir acaipti yahu benim için, sanırım ilk onu dinlemiş olduğumdan kelli.


Albümün açılışına bak, Allah kahretmesin...

Replikas – Dadaruhi


Hazırlıktan Lise 1e geçtiğim yaz D&R’da çalışmışlığım var. Bir de Bülent Abi var o dönem orada dergilerden sorumlu. Bir ayın sonunda üç al iki öde kampanyasının, çalışanlara olan indirimiyle beraber afedersiniz bokunu çıkarmak istiyoruz topyekün (ki o dönemden kalma elimde çok güzel çikolata ve makarna kitapları vardır, tey tey...). Ne alsam, ne etsem derken Bülent Abi elime bu albümü tutuşturuyor, “Replikas dinle, çok acaip kafalar” diyor. Ben tabii daha “acaip kafalar” lafından bir şey anlamayacak yaştayım, doğal olarak Bülent Abi’nin ne demek istediğini pek anlamıyorum.

Ama, daha 'bir parça müzik içinde' neler yapılabileceğinden habersiz olduğum için o zamanlar, kelimeleri hecelere bölüp, ayrı melodi yapmalarına, ya da üst üste “bir bağlam roka” konulu konuşmaları kaydedip şarkıya koymalarına, şarkıların yarattığı atmosfere, o tuhaflığa inanamıyorum. O kadar inanamıyorum, o kadar etkileniyorum ki, daha sonra İzmir’de konserlerine gidemediğim halde kahvaltı masalarına oturup rahatsız ediyorum. Ve şimdi hatırladım, evet, benim imzalı Replikas posterim var, ahah.
Tabii şimdi Beyoğlu’nda Replikas insanlarını görmenin hiçbir özelliği yok, sadece bakıp mutlu oluyorsunuz, ama İzmir’deyseniz ve liseliyseniz baya önemli olabiliyor sizin için.

Moloko – Statues


Yine aynı dönem, yine aynı D&R, ama bu sefer başroldeki karakter Metin Abi. Kendisi müzik reyonuyla ilgileniyor, bana da sürekli çeşitli grupların dağılmaları ve birleşmeleriyle ilgili haberler veriyor. Moloko’nun ayrılmadan önceki (anlaşma gereği çıkardıkları) son albümleri Statues de o senenin başında çıkmış, Metin Abi fazlasıyla övüyor bana albümü, ama neden bilmem, almıyorum. Bir iki ay sonra aklıma geliyor, “Aa böyle bir albüm vardı, alayım ben bunu yahu” diyorum ve dinlemeye başlıyorum...

Hah, işte o noktada içimdeki küfretme arzusu bastırılamıyor, çünkü o dönemde normal
hayatında aman da Linkin Park, hey gidinin Nu Metali şeklinde dolaşan ben, böyle bir düzenlemeyle ilk defa karşılaşıyorum. Moloko, aniden “böyle bir grubum olsun, ühü” tanımını alıyor, sonra Çeşme’de gerçekleşen Moloko konseri kaçırılıyor, yıllar sonra Roisin Murphy konserine gitmemek koymuyor bile, ama o albümün yeri hep ayrı kalıyor.


“Endless tears forever joy...”

İçinizi baymamak adına burada kestiğim bu kronolojik listenin devamı önümüzdeki günlerde gelecek, merak etmeyin. Biliyorum merak ediyorsunuz, ama rahat uyuyabilirsiniz. Bir iki foruma bilgi sızdırırım en kötü, sıralamalarda kimlerin olacağına dair (niheheh).

Ay lav yu İzmir ulan.

22 Kasım 2009 Pazar

Klişelere boğulmuş çek beni...

Ne yapmaya çalıştığımızı inanın bilmiyorum...

Yarı sürpriz bir şekilde haftasonumuzu İzmir'den aramıza katılan sevgili dostumuz Ayhan Beylerle geçirdik. Yani, evet, haftasonu İstanbul'a geleceği biliniyordu, ama görüşmelerin bütün haftasonuna yayılması sürprizdi. Şikayetçi miydik? Yo dostum yo, şikayet yok. Sanırım tek şikayetim bir şekilde beraber yemiş olduğumuz 5 öğünün de hamurişi olması, bu 5 öğünün üçünü de çeşitli pizzaların oluşturmasıydı.

Sivil kariyer çok acaip bi şey...

Evim epik bir 7pf2p buluşmasına sahne olacaktı aslında, ama herkes yatağa düşünce buluşma iptal oldu. Akabinde pazar günkü stüdyo da iptal olunca, Sayın Hanores ile kendimizi güney kampüse attık. Tabii işin içine mont, kuru yapraklar, bulutlu hava, bere ve beyaz ayarı girince neşe dolu 'sonbahar fotoğrafları'mız oldu. Kuru yapraklar evet.

Sizi kuru yaprak konusunda uyarmıştım...


Depresyon konusunda uyarmamış olabilirim, haklısınız...

Yeteri kadar eğlendikten sonra bir süre kedilerle haşır ve neşir olduk. Hatta sonrasında Görkem Beyler de bize katıldılar, kendileri çok uykuluydu ve uykuları pek açılmadı, ama olsundu. Bir süre daha oyalandıktan sonra ödev ve ders amacıyla tekrar yukarı çıktık, böylece atraksiyonlarımızın sonuna gelmiştik (gelmiş miydik?)...

"Nefret ediyorum hepinizden..."

Tabii ki ders çalış çalış bir yere kadardı. İçimiz çürümüş, canımız sıkılmıştı, fotoğraf makinası da gayet ortada duruyordu. Zırvaladık biz de, ne yapabiliriz ki başka?

San'at... Adeta dışavurum...

Sonuç olarak, yaklaşık bir buçuk saat önce Ayhan Beyleri uğurladık, "gece depresyonunuz da bizden olsun" deyip, mp3çalarına Jeff Buckleyleri doldurduk... Ayrıca yukarıdaki sonbahar temalı fotoğraflardan, özellikle kuru yapraklı ve depresyonlu olanlardan dolayı tepkilisiniz biliyorum. Ben de tepkiliyim, üzülmeyin...

Neden kuru yaprak!!!!???... Neden???....

21 Kasım 2009 Cumartesi

Kişisel ve gereksiz işler bunlar

Dün şunu düşündüm, yani daha doğrusu düşünmem için tüm ortam hazırlanmıştı, ben de mevcut yoldan gittim. Bunun gibi bir şey.

İstanbul'a ilk geldiğimde belli yerlerden belli saatlerde tek başıma yürümekten korkardım. Söz konusu yerler de über ara sokaklar değil, İstiklal caddesi, Nevizade falan. Bir buçuk yılın sonunda, sanırım Arda'nın gazıyla "yahu evet neden korkuyorum ki bu kadar?" dediğimi biliyorum.

Şimdi, söz konusu yerlerde hep, ama hep tek başıma yürüyorum. Hep belli saatlerde, bir şekilde tek başıma yürümek zorunda kalıyorum. Yok, hayır, korkmuyorum, korkacak bir şey de yok zaten, ama bazen insan sıkılıyor.

Gerçi bazen keyifli mi? Keyifli gayet. Bazen.

17 Kasım 2009 Salı

Doing All Right

Mutfaktaki deneysellik, eve gelinen saatle ters orantılı. Vakitle değil, vakit yaratılır mutlaka, ama eve ne kadar geç gelirseniz o kadar üşeniyorsunuz. Mesela ben bugün yarım saat geç geldim, yolumu uzatıp markete uğradığım için, sonra da ölesiye üşendim. Gerçi yine atraksiyon oldu, ekmek üzerine domates, biber, beyaz peynir koyup, üzerini zeytinyağı ve fesleğenle süsledim, fırına attım. Ne oldu, peynir erimek yerine yanmayı seçti. Mutfak çabalarında insanın hevesini kıran şeyler bunlar...

Bir de bunları yaptım. İlki, bir bağ için logo denemesi olacaktı, ama sonra baktım olmayacak, öyle kaldı...

Bir de şunlar var; kendileri ayrıldığım işyerindeki Argun Bey ve Billur Hanım'a veda ve teşekkür hediyesi olmakta.
Bunların içleri kurabiye ile dolacak sayın seyirciler. Kurabiyeleri de kendim yapacaktım, ama tartım yok, deneyselliğim hiç yok, o yüzden vazgeçtim. Bu da yabışmadan önceki halleri:


Nilipek her şey için teşekkür eder.