31 Ocak 2009 Cumartesi

Lüleburgazlı Küçük Hasan ve Arkadaşları

  • Bu adamı tatilde çok gördüm. Göreceğim de sanırım daha, yeterince fotoğrafını çekmedim henüz. Gerçi fotoğrafını çekmeyecek olsam da sanırım yine dürterdim. Ek olarak daha doğru dürüst görüşemediğim Ayhan, Can ve kuzenim Renk var. Renk'e de, kendisini geldiğim iki hafta boyunca görmeden Alsancak'ta rastlamak bambaşkaymış. Aslında ayın beşinde BAL Partisi var, ancak ertesi gün de konserimiz var, ne olacak bu işler? Belki öncesinde uğranır, insanlar görülür falan, güzel olur. Belli olmaz ki bu işler.

  • Konser derken, evet, 6 Şubat'ta 7 Pink Floydlar ve 2 Prenses -değişiklik olsun diye- Studio Live'da sahne alacak:) Bu arada söylemiş miydim ki, 7pf2p blog açtı, bu blogu temsilen de buraya Erhan'ın çektiği, sağ kaşımın kontrolden çıktığı fotoğrafı koyuyorum. Yahu bir haftadır görmüyorum adamları, ama özledim şimdiden, ilginçtir. (Küçük, ufak, bilinmese de olabilecek sır: 7pf2p çok acaip işler peşinde).
  • Yeni beste var!
  • Yora ve Lemur, daha önce de yanlış bir şekilde belirttiğim ve düzelttiğim gibi, 18 Şubat'ta Dogzstar'da. Konserin afişini yapmam lazım, gerim gerim geriliyorum, ancak daha fazla kaçamıyorum, yarın sabahtan akşama kadar oturup onu yapıyorum. Evet evet, yarına dair planım bu.
  • Çilekeş'in klibi (evet, greenbox olan) (hatırlamak için buraya alalım sizi), Allah kısmet ederse pazartesi günü yayında! Arda Bey'e mesaj attım hangi kanalda olduğunu öğrenmek için, ama kendisi muhtemelen klibin son düzeltmeleriyle uğraştığı için mesajı görmeeyor. Ben klibin küçük bir kısmını seyrettim ve diyebilirim ki; gerçekten güzel oldu. İtinayla seyrediniz.
  • TRT'nin 41. yılını kutluyoruz cümleten, Emir Bey sağolsun. Hakkaten işin ucunda papyon da varmış, ancak soldaki resimde de açıkça görüyoruz ki, aziz dostumuzun papyonu bir nebze yamuk. Bu arada, evet, televizyondan fotoğraf çekmek zorunda kalacak kadar sefilim. Daha teknolojik olsaydık yüksek teknolojili screen shotlar alırdık, sağlık oldu. Ayrıca gösteri gerçekten güzel, hele bir de 60lardan kalma görüntüleri verdikçe ben keyifle doluyorum. Misal şimdi her yöreden bir 'temsilcinin' Deniz ve Mehtap söylediği bir görüntü var, Mustafa Topaloğlu bile mevcut söz konusu görüntüde.
  • Yine de en güzeli Barış Manço'yu, Mazhar Alanson'u, Cem Karaca'yı falan görmek sanırım. Ayrıca az önce Emir Bey'in papyonuna laf attıysam da, sağ tarafta görüyorsunuz ki, arkadaşları arasında en edepli, en düzgün, en karizmasından ödün vermeden şarkısını söyleyen adam kendisi.
  • Tatilin hızla geçiyor olması birazcık dürtüklüyor beni, ayrıca demek isterim ki bir kemandan çıkan en güzel seslerden biri akord etme sesidir. Saygılar efendim:)

30 Ocak 2009 Cuma

Lise Hissiyatları, vol.3

İzmir'e her geldiğimde, son derece normal olarak, geçmişe dair kimi hissiyatlar içinde yüzüyorum. Benimkinden çok daha derin ve büyüğünü daha yetişkin İzmirlilerde daha net görebiliyorum elbet, hatta bendeki mevcut duygular henüz çok canımı da acıtmıyor. Son dönemde ilkokula, ortaokula ve liseye abuk sabuk dönüşler yaşıyorum fazlasıyla, ama bugünkü konumuz lise.



Neden lise? Çünkü lise arkadaşlarımla buluştum (aferiiin). Üstelik fotoğraf makinam da yanımdaydı, dolayısıyla arkadaşlarımın huzursuz ve rahatsız olmasını sağlayabilirdim. Nitekim öyle de oldu, arkadaşlarımdan fazlasıyla küfür yedim, ama sonunda 'önce fotoğraf çekilme-sonra bir daha makinayı çıkarmama' şeklinde bir orta yolda mutabakata vardık. Ayrıca "mutabakat" kelimesini doğru yazdığımdan emin değilim, ama bence güzel bir kelime.


Alsancak adlı semtimizin güzide sokaklarında gezindiğimiz gün, lisede yaptıklarımıza dair bütün klişeleri gerçekleştirdik aslında, Asmaaltı'na gidip sıcak çikolata bile içtik, hatta ben sıcak çikolata içmediğim için arkadaşlardan otlandım, bu bile bir klasikti bakıldığında:) Muhabbetler elbet bir nebze değişmişti, aksi düşünülemezdi, ama geyik sabitti. Normal hayatlarımızda çok görüşen insanlar olmasak da, görüştüğümüzde 4 sene öncesine dönüp oralarda oyalanabiliyorduk, sanırım bu da yeterliydi.


Liselilik hissiyatı tuhaf. Yani lise arkadaşlarınızla buluşuyorsunuz, lise muhabbeti çeviriyorsunuz, ama yanınıza gerçekten liseli insanlar geliyor, onlara bakıyorsunuz; aynı değilsiniz. "Oooo ergen kavgasııı" diye dalga geçiyorsunuz içinizden mesela, sanki hiç ergen olmamışsınız ya da aynı özellikleri hala göstermiyormuşsunuz ve hatta büyümüşsünüz gibi. (Sağ tarafta: Durumun melankolisine uygun Fulya fotoğrafı)


Sanırım problem büyümeye kızmak zaten. Dıştan dünyanın en tutucu insanıyken içten içe aslında rahat olmak isteyen insanlar vardır ya arada ortaya çıkar; onlar gibi. Liseye, ergenliğe geri dönmek isteyip de, dönemeyeceğini bildiği için olmak istediği dönemdekilere bok atmak yani. Demiyorum ki büyümek iğrenç, tam tersi, gayet de güzel, gayet de rahat, oh ne mutluyum, ama bunu durdurmanın ya da hareket ettirmenin yolu henüz ortaya çıkmadı. Ki bundan da über rahatsız değilim henüz, misler gibi yaşıyorum, rahatsız olsam büyük şımarıklık olur. (Sol tarafta: Durumun geyiğine uygun Umut fotoğrafı)

Ama işte, insan çekinmiyor, ulaşamadığı ciğere mundar diyor. Mırnav demeyi tercih edebilirdi, ama o zaman kedi olurdu, şimdi kedi olamayacağı için kedilere de bok atacak. Evet evet, yapacak bunu.

26 Ocak 2009 Pazartesi

7 Pink Floydlar ve 1 Görkem İzmir'de!

(Cem bey, burada kendimi dışlamıyor, sadece benim zaten İzmir'de olduğumu, sizin buraya geldiğinizi vurguluyorum. Vallahi çok seviyorum sizi. Ühühü..)



Geleneksel 7 pink floydlar ve 2 Prenses konserlerinden birini bu haftasonu gerçekleştirmiş bulunduk, ama gelenekselin dışına çıkarak (ya da iddialı bir lafla; zincirlerimizi kırarak) söz konusu konseri İzmir'de verdik. Ben konserden bir hafta öncesinden itibaren İzmir'deydim zaten, aile saadeti yaşamaktaydım, hatta konserden 3 hafta sonrasına kadar da aynı yerde sabittim; ancak grubun geri kalanı İstanbul'dan İzmir'e geliyordu.






8 saat falan süren bir yolculuk ardından 6 Pink Floydlar (Ceki Bey bir gün önceden gelmişti) ve Görkem (ses meendizi) İzmir'de, soundcheck amacıyla Bios'taydı. Gözler yarım kapalı, herkes yorgun, herkes uyumak üzere-ki öyle bir enerjisizlik mevcut ki öğlen 11de kalkmış olan benim bile uykum var. Amaç soundcheck bitsin de otele dönsünler, uyusunlar, uyanıp konsere gelsinler. Olmuyor öyle tabii, soundcheck bittiğinde saat sekize yaklaşıyor, yemek de yiyince uyku yalan oluyor, sadece bir nebze dinlenme umudu kalıyor.

Bu arada ben bir Spark görüyorum, ki zaten bahsetmiştim kendisinden. Ama sırf koyduğum über sanatsal fotoğrafını protesto ettiği için daha sanatsal fotoğrafını koyacağım buraya. İşte bu yüzden, sırf bu yüzden; (yeni bir isim verdim sanaa..) bu fotoğrafı koyabilmek için yani, evet, Spark'tan bahsetmek zorundayım:).



Konser sanırım seyirci açısından, bir önceki yazıda da belirttiğim gibi, en başarılı konserdi. Asla dışarıdan nasıl duyulduğumuzu/nasıl göründüğümüzü bilemem ve ne kadar gaza gelirsem geleyim, kayıtları dinlediğimde çotank diye yere düşen egomun sesini duyarım, ama, evet, gerçekten sahnede en keyifli olduğum konserlerden biriydi. Seyircinin bizi gaza getirmesi, bizim seyirciyi gaza getirmemiz, karşılıklı bir coşumcu ruh halleri, şarkıları hep bir ağızdan söylemeler... O ruh halini nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Hele ki konserin ikinci bölümünde baya baya hopladım zıpladım keyiften (evet, pink floyd söylerken hoplayıp zıplıyorum, böyle manasız bir insanım ben).

Hazır İzmir'e gelmişken bari çılgınca eğlenelim diyen 7 Pink Floydlar, 1 Prenses ve 1 Görkem, ertesi gün kendini elbet Kıbrıs Şehitleri'ne atmıştı. Alkolün tüm kötülüklerin anası olduğunun kanıtı olan gecede, gecenin ayık insanlarından biri olarak, neler yaşandığını sanırım yazmamalıyım. Ya da yazsam mı... Yazmayayım:)...

Öğlen uğurlamak amacıyla cücelerimizin kaldığı über lüks Beyond Hotel'e gittim, ahali zaten yeni uyanmış, portakal suyunu yeni sıkmaktaydı. Yaklaşık 2 saatlik bir muhabbet, geyik, bir önceki geceyi anımsamalar, utanmalar, gerinmeler, kaçış planları, kalış planları ve benzeri diyaloglardan sonra muhteşem bir "tatil"in sonuna gelindi; 6 Pink Floyd ve 1 Görkem, İstanbul'a doğru yola çıktı... Ki Bios'un bu tatilin güzelliği adına yaptığı her şeye, bütün ağırlamaya da değinmek zorundayım, sanırım daha misafirperver olamazlardı.





Bitti sanıyorsunuz, yo dostum yo, Taha İzmir'de kalmıştı zira, kendisini bir nebze de İzmir'in diğer yakasında ağırlayalım dedik. Kendisiyle psikolojinin ve bilimin geleceğini tartıştık, donut adı verilen bıdılara anlamlı bakışlar attık, yağmur yüzünden bir süre hareket edemeyip, sonra eve vardık ve kendimizi deniz ürünlerine verdik (ha?). Sonuç şudur ki; Taha'ya İzmir il sınırları içinde, dünya üzerindeki hemen hemen her iklimi yaşattıktan sonra, bu sabah kendisini memleketine yolladık. Hiç sevmezdik zaten bu adamı:) (Not: bu abimiz gayet afacan bir cüce olmakla beraber, bu fotodaki gibi ebil değildir, gayet sevimli bir abimizdir.) (Hatta durunuz normal halini de koyayım.).



Not: Lemur ikinci konserini Dogzstar'da verecek! (Evet, bu bir düzeltme. Nasıl bir algı varsa bende, konseri direkt Peyote'ye yabıştırıvermişim. Aslında içimde "Bana ne ki, sen bana Peyote dedin amağğ, hıh" diyerek bütün suçu Deniz'e atma isteği var, ama engelliyorum, zira benim de zekam düşük, ve muhtemelen, dediğim gibi, konser olgusunu peyote olgusuna oturtuvermişim. Hoş değil böyle şeyler.)


24 Ocak 2009 Cumartesi

Vh1'da rock ballads haftasonu

  • Tatil iyidir yahu. Tatil gerçekten iyidir. Hani son iki-üç yılda izlemediğim kadar televizyon izliyorum ayrıca, böyle de boş bir insanım. Gerçi haftaya abesle iştigal edeceğim bol bol, acaip işler peşinde koşacağım hayırlısıyla, hadi bakalım.

  • İzmir'e gelince ilk görüşülen kişi ünvanını bu sefer Spark bey (evet İhsan, Deniz yahut Gencer değil, Spark) aldı. Hatta sanırım İzmir'e dair görüştüğüm tek insan kendisi şu ana kadar, zira herkesin finalleri falan var. Gerçi bu zibidinin de var ama işte adı üstünde, zibidi. Ayrıca kendisi fotoğraflarda Tobey Maguire gibi çıkmasıyla, ama aslen benzememesiyle ünlü bir insan, ama ben yine de onun "kulak burun boğaz" konulu sanatsal fotoğrafını koyacağım buraya (tablo gibi lan?!). Kuzu yahu, sağol konsere geldiğin için!:)



  • Vh1'da Red Hot Chili Peppers-Under the Bridge çalıyör. Lemur'la kavırladıydık şarkıyı, tey tey. Ama önemli olan o değil, önemli olan bugünün Deniz'in doğumgünü olması. Gerçi gönderdiğim hediyeyi ben kendisinin doğumgününü kutlayamadan aldığı için, ve kontörüm olmadığı için, ezik kaldım, kutlayamıyorum. Canım arkadaşım, muhtemelen okumayacaksın burayı, ama seni çok seviyorum. İyi ki doğdun, iyi ki tanıyorum seni yahu:)
  • Yehoy, 7 pink floydlar ve 2 prenses İzmir'de. Ama bu bambaşka bir yazı konusu olabilir sanırım, zira hala İzmir'deler. Evet, evet, öyle olmalı.
    Dünkü konser ne güzeldi yahu. Yine ikinci yarı coşumculuğu vardı gerçi üzerimizde, ama güzeldi. Seyirci acaipti, hatta sanırım seyirci açısından verdiğimiz en güzel konser olabilir. Performansımız açısından -yine- bir yorum yapamam, ki Dünyacan bunu okuyor olsa beni dövesi gelir. Umarım bizim için olduğu kadar dinleyici için de güzeldir konser, işte bu kadar. Daha uzatayım mı? Uzatmayayım bence.
  • Blind Melon diye bir grup çıktı Vh1da, klip tam 90lar grunge klibi, canlı renkler, uzun saçlı cıbıl solist, kostümlü çocuğun dans etmesi vs. Güzel şarkıymış ama, hoşuma gitti, piheh.
  • Jüjelerime dönmek üzere bu yazıya burada son veriyorum. Son vermeden önce vodafone'un patlıcanlı bir şeyler yapmaya çalışan çocuğuna denk gelip, vücudumda salgılanan seratonini arttırıyorum, sonra biraz daha zaplıyorum, Issız Adam'ın müziğine denk gelip sinirleniyorum. (Şarkıyla da filmle de sorunum yok-ki seyretmedim bile. Ama biraz daha dinlersem sanırım baya baya sinir hastası olabilirim.)

21 Ocak 2009 Çarşamba

Haftasonuna dair!

Alakalı bulunduğum gruplar diye söylemiyorum, gidin bu konserlere, iyi çocuklar hep bu insanlar. Okumuş çocuklar hep. Valla.


İzmir'deyseniz, cuma günü:




İstanbul'daysanız, Cumartesi günü:

20 Ocak 2009 Salı

Kivi.



1-Kivi dediğin hayvanın kendi boyu kadar yumurtası var yahu. Gerçi çok ender yumurtluyorlar ama olsun. Zaten resimdekiler de aslen süs yumurtası, gerçek bile değil.
2-Bir dahaki resimde kendime hatırlatılacaklar:
-mürekkebin seni ele geçirmesine izin verme, renklendireceksen her yeri karalayıp durma, illa karalayacaksan da doğru dürüst yap şu işi.
-anatomiyi oturtmadan bir yere varamazsın, ayakları her zaman ayakkabıyla saklayamazsın, ellerin allah cezasını vermesin.
-acelen yoksa niye abuk sabuk renklendirmeler yapıyorsun çocuğum? tamam, asıl boyalar İstanbul'da, ama nedir? beklesene yahu.
-hadi yaptın böyle bir şey. utanmadın fotoşopla da uğraştın. içine sinmediyse niye koyuyorsun bloguna? orjinali (sence) daha iyiyse niye uğraşıyosun, fark edince bırakmıyorsun?
3-Konuyla alakasız, isimle alakalı video (Görkem'e selam ederim bu video için):


Kiwi!
Yükleyen Mnykyu

18 Ocak 2009 Pazar

Karafatma aslen güzel böcektir.

Ama bu noktada "karafatma" ve "hamamböceği" kavramlarından algıladıklarımıza bir bakmamız lazım. Karafatma derken, evimizde çıkan, kahverengi, fıtıfıtı yürüyüp öldürüldükten bir süre sonra kendiliğinden ortadan kaybolan, sinsi, pis, mutasyona uğramayan, evrim geçirmeyen, insanın arkasından iş çeviren, iğrenç hamamböceklerinden bahsetmiyorum. Böyle doğada yaşayan, simsiyah, kendi halinde, zararsız, böyle evinize gelse öldürmeyip sadece doğaya geri bırakacağınız, güzel böceklerden bahsediyorum. Evet, içimdeki karafatma aşkı bambaşka sayın seyirciler.



İzmir'deyim, ki bu ne büyük mutluluk yahu. Bütün ödevler teslim edildi, bütün sınavlar bitti, gayet heyecan yoksunu bir şekilde notları beklemekteyiz. Madem notları beklemekten başka işimiz yok deyip kendimizi perdesiz basa vermekteyiz (evet, bana ödünç verilen bir perdesiz gitar var, vi lav Tolga!), olmadı fotoğraf çekmekteyiz (ki uzun zamandır çekmemekteydik). Ve bütün bunlardan bağımsız olarak bugün Hülagü ailesi olarak Çeşme'deydik, kedilerin nabzını tuttuk, kumrulara eleştirel gözlerle baktık. Bu fotoğrafta da babam bana eleştirel gözlerle bakıyor, gördüğünüz üzre.

Bu arada aşağıdaki üç fotoğrafta babamın, köpeğimiz Bombyx'i bir 'bodyguard' edasıyla hayranlarından nasıl kurtardığını görüyorsunuz. Fonda çalan şarkı: I will always love you-Whitney Houston. Not: alttaki büyük fotoda köpek arabamıza tecavüz ediyor gibi görünse de, dikkatli bakıldığında da anlaşılacaktır ki, sadece Bombyx'e ulaşmaya çalışıyor orada.








Ne diyordum? Büyük aşk evet, ama biz aile olarak izin vermiyoruz kendilerine. Zaten Bombyx'in, bu durumu eve gelir gelmez unutması bu aşkın ne kadar kolpa olduğunu da kanıtladı bize. Biz de kendimizi anneannelere babaannelere attık, zira gurbetten gelen öğrencinin aile büyüklerini görmesi önemlidir, hepsinden öte, söz konusu öğrenci özler. Daha bir ay buradadır ama yine de şunu da belirtmek ister: bu öğrenci arkadaşlarını da özler. Görüşün lan benle!

Neyse, araya konan bu über gerekli talepten sonra yazıya geri dönmek isterdim, ama sanırım eklenecek bir şey kalmadı.

Ay lav İzmir.

10 Ocak 2009 Cumartesi

"Mojo Pin" versus "Got My Mojo Workin' "

Ani bir gaza gelmeyle perşembe günü akşam saatlerinde yerleşmiş olduğum Ece'nin evinden bu sabah çıktım. 1 hafta sınavı/ödevi olmayan bir insanın, özellikle de adı Nil İpek Hülagü ise, zibidilik peşinde koşması ve ders adına doğru dürüst hiçbir şey yapamaması normaldi aslen. Dolayısıyla Ece'nin de sınavı biter bitmez fotoğraf çekmek ve kurşun dökmek üzere Ece'ye, yani çoook uzaklara, yani yurdun karşı apartmanına taşınıldı.


İşin komik yanı, hayır, ne fotoğraf çektik doğru dürüst, ne de kurşun döktük. Paso yemek yaptık; sebze sote ve tavuklu makarna olsun, kıymalı kabak güveç olsun ve son olarak çikolatalı sufle olsun... Ek olarak Ece'nin müzik sistemini kurduk, muhteşem bir menejer olarak açılışın Yora'nın demosuyla yapılmasını sağladım, ne mutlu bana. Sonra ben Ece'ye onun sevmeyeceği müziklerden bir CD çektim, o da bana bol bol elektronik müzik dinletti:).






Ara ara, yemek yapmaya heves ettiğimiz gibi, ders çalışmaya da heves ettik, ancak bir yere varamadık... Benim kafam dağınıktı, Ece kendini bilgisayarda video izlemeye vermişti, ben Remzi'yle ortaya çıkmış olan Nazi Subayı Anne kimliğime dönüp Ece'yi dersine döndürdüm, ama kendime hayrım yoktu...


Sonuç olarak, az fotoğraflı, bol yemekli, huzur ve tembellik dolu şu iki gün için Ece'ye teşekkürü bir borç biliyorum.

Ayrıca çok yakında sinemalarda: Ödevin Dönüşü.
"Muhteşem bir sabahlama öyküsü, müthiş bir gerilim.." -Orlando Bloom
"*****" - Migros Tribünü

8 Ocak 2009 Perşembe

Agfa Silette yahu...

Yep, nihayet babaannemin bana verdiği sevgili Agfa Silette II'in açılışını yaptık, ilk filmini banyo eylemek suretiyle. Evet, yine Akif Bey, ama bu sefer bir de yanında konuk sanatçı Ece Hanım vardı, zira kendisi bir kimya mühendisi olarak karanlık odaya gitme fikrini oldukça ilginç buldu.

Bu satırları yazarken ellerim yine kimyasal kokuyor, ama bu sefer hafif bir yemek kokusu da var, öncesinde Ece'yle yemek yaptığımız için-ama o başka bir yazının konusu.

Buyrunuz:

5 Ocak 2009 Pazartesi

"Nüüü" derken dudaklar bir komik oluyor...

Alın size nüüü. Nüüüüüüüü. NÜÜÜÜÜÜÜÜÜ. Evet, göğüs falan...

Tamamen tesadüf eseri, anatomi çalışırken modelin pozundan aklıma gelen bir şey, baktım eskizi tatlı oldu, büyük hali daha da güzel olabilir, çizdim. Evet, öğlenden beri bununla uğraşıyorum, ama çok eğlendim çizerken de, renklendirirken de, ve sanırım harcadığım vakte değdi (not: çok acaip anatomik hatalar var resimde, görmezden gelmenizi rica edeceğim şimdilik.)

Söz konusu resmin renklendirilmesinde moral, bilgi, fikir ve fotoşop desteği için Remzi Bey'e çok teşekkürler buradan ayrıca:)

Bu adamı da dersinden mi ettim, ders çalışmasını mı sağladım hala anlayamadım...

3 Ocak 2009 Cumartesi

Reign O'er Me

--- Salı gecesinden bugüne güneşi görmediğimiz, sefalet içinde geçen, ancak çok güldüğümüz günlerin geride kalmasından kelli kendimi ciddiyete davet ediyorum. Ama üzerimdeki ciddiyete rağmen, ki evet, kaşlarım oldukça çatık (çatık kaş vs kaşık çat), şu fotoğrafı yayınlamak zorunda hissediyorum kendimi. Karşınızda Selin ve Pelin. Evet, lisedeki en iyi arkadaşlarım.
Şeytan diyor ki yanaş şuna...
(not: gerçekten canlandırılan cümle bu...)

Ha, bu dört günde ne oldu? Konser, sonra planların oldukça dışına çıkılan, ama yine de oldukça eğlenilen bir yılbaşı (Remzi'ye, Ergin'e, Mete'ye ve Mete'nin adını ne yazık ki hatırlayamadığım arkadaşlarına teşekkürler buradan), bol uyku, bol televizyon, bol şebeklik, bol pislik, çok fazla geyik, biraz depresyon (eğlenceli oluyor), elektrik kesintisi (ve nihayet bunu işaret algılayıp oksijen ihtiyacımızı giderme), Küçük Beyoğlu, ilginç karşılaşmalar, vs...

En önemlisi, lise halet-i ruhiyesine geri dönüş, sinirden, kızgınlıktan tuhaf bir arınış hali, iyimserlik, mutluluk... Eğlencenin falan ötesinde bir şey aslen, evet, fazlasıyla güldük, ama daha farklı. Neyse:)

--- Babylon'da konser verdik yahu. Babylon'da konser verdik. Babylon lan... Babylon'un bile beklemediği bir kalabalık, bol alkış, evet, bol hata, ama yine de bol alkış:) İyi morallerle indik sahneden, ben kayıtları dinlemedim gerçi, ama sahnede alınan keyif açısından güzel bir konser olduğu söylenebilirdi. Babylon yahu. Ahah...

--- Yağan, tutar gibi yapan, akabinde eriyen karı kınıyorum. Yahu yağacaksan adam gibi yağ, eğlence çıksın, desem de, sevgili kar, öyle bir yağ ki kimse zor durumda kalmasın, ama herkes çok eğlensin şeklinde değiştiriyorum. Mantıksız işler peşindeyim...

Görkem'in kar sevinci

Eğitim fakültesi insanları çocuklar gibi şen...

Kar sadece omuzlarımda tutmuş, ya da onlar bile hindistan cevizi olabilir.
Ayrıca Görkem niye bu kadar mutsuz yahu?


--- Kendi suçunu kabul etmeyip, kendisini aklamak için ölen 7 tane gence bok atan adamlara çok sinirliyim. Yeterince sinirlenirsem ve yeterince kaşlarımı çatarsam sadece bu konuda bir şey yazabilirim. Ya da sırf daha çok sinirlenmemek için yazmam sanırım. Allah rahmet eylesin.

--- Final programımı açıklıyorum: 5 Ocak, 12 Ocak, 13 Ocak, 15 Ocak. Evet, bir hafta boşluk var arada. Bölümümü çok seviyorum yahu. Zibidilik peşinde koşacağım sayesinde bir hafta, hihihohoh...