26 Ocak 2012 Perşembe

You can call me Al...

İlk albümleri çıkmadan internete düşen Nil İpek ve Ali ikilisi, tam bir yıl sonra ikinci albüm için de kolları sıvadı. Yine kobürt şarkılar içeren albümün yine internete düşmesi üzerine, bu durumun bilinçli bir pazarlama stratejisi olduğu dedikoduları ayyuka çıktı. Yaptıkları basın toplantısında kayıt esnasında kimse olmadığı halde şarkıların nasıl başkası tarafından çalınıp internete verildiği sorusuna sinirlenen Ali Beyler ve Nil Hanımlar, "virüs", "malware", "soulseek", "msnle bile virüs bulaşıyormuş" gibi kelimeler geveleyerek salonu terk etti.

Ayrıca bu sefer kapağa özenmeler ve hatta bezenmeler mevcut...

15 Ocak 2012 Pazar

Şeffaf şemsiye

İlk buluşma ile ikinci buluşma arasına kocaman bir İstanbul seyahati girmişse de, Deniz ve Renk ile buluşmaları sanki iki gün arayla gerçekleşmişçesine yazmaktan çekinmeyeceğim. Neden? Çünkü İstanbul'da fotoğraf çekmedim. İstanbul'a dair paylaşacağım zibidilikler de henüz hazır değil. Yani aslında bunlar hep oyalamaca, yoksa ne Deniz'den ne de Renk'ten hoşlanan bir insanım, hımf.


"İzmir'e gelir gelmez görüşeyim de aradan çıksın" düşüncesiyle hemen Bostanlı yollarına vurdum kendimi geldiğimin ikinci günü. Düşünün, o kadar sevmiyorum, ama onlar hiç farkında değil, özledim arkadaşlarımı falan zannediyorlar. Gerçi, gecenin seviyeye doyduğunu, bütün gece çay eşliğinde kimi edebi sohbetlerin yapıldığını, sosyoekonomik tespitlerin gırla gittiğini inkar edecek değilim. Nitekim, ben inkar etsem bile, sevgili dostlarım Renk ve Deniz'in fotoğrafları kültür sanat programı muhabbetşinaslığına tartışılmaz birer kanıt adetağ.

 

















İş bu seviye içinde uzun zamandır bir araya gelip saçma sapan fotoğraflar çekilmediğimizi fark ettik. Vay efendim hep hipi oluyoruz, yok efendim ben seksenlere hayatta dönmem, gotik mi olsak derken, üç adet punk karakterin mutfakta yemek yapmasının ortaya komik fotoğraflar çıkaracağını fark ettik.

Peki sonra ne oldu? Gün geldi, devran döndü ve biz üç yaşını başını almış yetişkin punk olmaktan vazcaydık, şık şıkıdım giyindik, boyandık, Boyner yeni yıl alışveriş katalogu gibi olduk.












 


 Adeta fotoğrafa boğduğumuz bu yazının sonunda, geceyi Bostanlı'da birayla bitirdiğimizi ve programımızda sürpriz konuk olarak da Cem'i ağırladığımızı belirtmek isterim -ki kendisi dünya tatlısı bir insandır.




3 Ocak 2012 Salı

Biri bunu bana açıklasın...

Aslında bu birkaç başka düzenli ülkede geçerli bir durum, ancak Hollanda için çok daha belirgin. Sadece tatile bile gelseniz burada bisikletin ne kadar sık kullanıldığını, burada bir Hollandalı gibi yaşamak için mutlaka bir bisiklet kiralamanız/almanız gerektiğini, bisikletsiz yaşanmayacağını bol bol duyar ve hatta size verilen kılavuzlarda okursunuz. "Evden yürüyerek geliyorum" yahut "Bisikletim yok" gibi cümleler bazı sınıf arkadaşlarınızda şok etkisi yaratır. O kadar önemli bir öğedir yani bisiklet Hollandalı yaşamında.

Tabii ki ben de bir bisiklet edindim, zira fark ettim ki yarım saatte yürüdüğüm yolu, 10-15 dakika arasında bisiklet ile tüketebiliyorum, bu da ek 10-15 dakika ekstra uyku/tembellik olarak bana geri dönüyor, enfes. Ancak önce lütfen bisiklet üzerindeki normal bir Hollandalı hanımkızımızı inceleyelim.


Gördüğünüz gibi Hollandalı kızımız son derece rahat, ancak aynı zamanda kırmızı montuyla oldukça da şık ve zarif. Adeta her tür romantik komedide bisikletle işe gidip gelen, sevimli, eve gelirken markete uğrayıp baget ve çeşitli yeşillik alan, ve bu malzemeleri kese kağıdında taşıyan ideal bir dişi karakter. Uzaktan bakıp ne kadar zarif olduğunu düşüneceğiniz cinsten. Şimdi bir de benim aynı kıyafet ve aynı saç kesimiyle bisiklet sürme görüntüme bakalım:


Hollandalı baş karakterimizin aksine, dik duruş bozulmuş, rahat ve güzel gitmek varken işin içine "dur bir Aldi'ye uğrayıp ekmekle süt alayım, oradan da eve geçim makale okuyayım, ama çok da oyalanmayayım, of, akşama ne yesem ki" kaygısı girmiş, acele ve kondisyonsuzluk gencimizi kambur bir duruşa ve nefes için açılan bir ağıza mahkum etmiş. Kendisinin olabileceği en etkin karakter, belki yukarıdaki ana karakterin yakın arkadaşı. O da belki. Buraya kadar normal, ancak, açıklanmasını istediğim şey, o saçlar nasıl havaya kalkıyor o kadar. Daha net açıklamak için daha detaylı bir karşılaştırmayla geleceğim şimdi...


Şekilde görüldüğü üzere, Hollandalı kızımızın (adını Ineke koyalım şimdilik), bisiklete binmeden önceki ve sonraki görüntüsü arasında bir fark yok. Makyaj ve saçlar aynı şekilde korunmuş. Bir de Ayşegülnazcan'ın bisikletten ininceki haline bir bakalım:


Resimde zaten detaylı bir şekilde maddelenmiş olsa da, vurgulamak isterim ki, Ineke ile Nil İpek aynı rüzgara maruz kalıyorlar. Peki sevgili Hollandalı dostumuz bu rüzgardan hiç etkilenmezken, Nil neden bisikletten tecavüze uğramış gibi iniyor? O makyaj nasıl akıyor, ya da başkalarında nasıl akmıyor? Tamam, hiçbir zaman çok bakımlı, uzaktan "ay ne zarif" denen bir insan olmadık, ama bu ne bu? Bu insanlar nasıl başarıyor bunu? 

Yetkili mercilerden, Hollanda'ya dönene kadar bir açıklama bekliyorum.



Dipnot: Evet, İzmir'e dönmüş, çayını içmiş, lahmacununu, kebabını yemiş, mutlu ve huzurlu bir insanım. Perşembe gününden itibaren ise İstanbul sınırlarında ve yakınlarındayım. Hani, özlememişsinizdir de, belki saçlarımın rüzgarla nasıl kalktığını ve makyajımın nasıl aktığını canlı olarak test etmek istersiniz, falan...