30 Kasım 2009 Pazartesi

PUNISH MY HEAVEEN

Canım metalci kardeşim,
Gerçekten lafım dinlediğin müziğe yahut tarzına değil.
Ama bil ki, dinlediğin müziği bütün otobüsün duymasını sağladığın zaman hiçbir primin olmuyor, üstelik kendi kulaklarına zarar veriyorsun kuzucuğum. Otobüsteki kızlar falan sana bakıp "Vay, ne kadar asi çocuk, adeta cayır cayır metal dinliyor, kimseyi de umursamıyor, sanki topluma başkaldıran bir ifadesi var" demiyor. Evet, bir an otobüste Punish My Heaven girişi duyunca nostaljik bir mutluluk yaşadım, ama 10. saniyesinde değiştirdin zaten onu da.

Mesela bana sorar mıydın bilmiyorum, ama sorsan bu tişörtle daha çok prim yapardın...

Hem madem hep beraber dinleyecektik, neden o kadar para verip mp3çalar aldın ki evladım? Pilli bir kasetçalar da işini görürdü?

Dipnot: Yanımızdakinin dinlediği müziğe baktığımız doğrudur. Hatta çevremizdekilerin dinlediği müziğe baktığımız ve hatta buradan önyargı çıkardığımız da doğrudur. Ama şu da var ki, eğer dinlenen müzik çevrenin gözüne sokulmaya çalışılıyorsa bunun da farkına varırız ey dostlar. Yapmayın etmeyin, çevrenizi salak yerine koymayın.

28 Kasım 2009 Cumartesi

Civcivin çıktığı yumurtayı beğenmemesi ve kirpiler

Yaşasın bayram, yaşasın ailelerin toplaşma halleri. Üngör ailesi biraz erken toplandı, zira ailenin 2/3ü turla Beypazarı senin, Eskişehir benim dolaşacaktı. Dün de Hülagü ailesini topladık, hepimizin babaannesi Perran Hülagü'nün evinde. Her sene olduğu gibi toplu bayram fotoğrafı bile çektik.

Aile toplantıları git gide daha değerli ve güzel oluyor yahu. Bayramları sırf bu yüzden bile sevebilirim sanırım.

O değil, her sene olduğu gibi, bu sene de "ooh ne de güzel hasta olmadım, pek de güzel hasta olmadım" derken şimdi burnum akıyor, öksürükler gani gani. İzmir resmen beni bozdu yahu.

Son olarak şu korku filmi tandanslı fotoğrafı ve öncesini de koymak istiyorum. Sarman, kendisine "gel biramı paylaşalım" diyen amcama saldırıyor.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Kişisel "Abi ne yaptınız siz?" dedirten albümler listesi, vol.1

8-9 saatlik otobüs yolculuklarında insan ne düşüneceğini şaşırabiliyor bazen, ben de, neden bilmiyorum, "Abi ne yaptınız siz?" dedirten albümleri düşündüm yolda. Gerçi yolculuğun 80%inde uyuyabildim, hatta üzerine su dökülen koltuğumun (yanımda oturan abla ve elinde suyla uyuyakalışı sağolsun) üç günde kuruyacağına dair muavinle muhabbet bile ettim rüyamda. Ama yine de boş kalınca insan boş şeyler düşünebiliyor...

Neyse diyeceğim o ki, tabii ki sevdiğim çok fazla albüm var. Hatta bu saydıklarımdan daha çok sevdiğim, daha çok dinlediğim albümler gani gani. Ama, hani bazı albümler vardır ve insanın müzik anlayışına doğru el kaldırıp "bir dur bakalım bak burada ne var" der, bunun gibi bir şey. Müzik anlayışına küçük dokunuşlar, minik sevgi pıtırcıkları... Bir de, şimdi yarısını görüyor olduğunuz liste aslında gayet populist bir liste olabilir, ama hatırlayınız ki bunlara "Abi ne yaptınız siz?" deyişim, türün ilk örneği olarak onları dinleyişime tekabül etmektedir.

Amaan, sonuç olarak, bu oldukça kişisel bir listedir. Nesnel hiçbir yorum içermeyebilir, nesnel hiçbir kaygı gütmeyebilir.

Vanessa Mae – Storm


10 yaşındayım, 4 yılın sonunda piyano çalmayı büyük bir nefret ve bezginlikle bırakalı bir yıl olmuş, yeni bir enstrüman çalmak söz konusu, gitar ile keman arasında gidip geliyoruz ailecek. Hani çaldığı enstrümana zerre vakit ayırmayan bir insan olduğumun ve bu yüzden ne yaparsam yapayım ilerleme kaydedemeyeceğimin o zamanlar pek farkında değiliz, gazımız sonsuz, ama karar veremiyoruz (gerçi kararları neden keman ve gitarla sınırlandırmışız o da ayrı konu, ekstrem bir şey de çalabilirmişim, eğlence olurmuş). Gitar karizmatik, ama herkes çalıyor, kemanın pek kabul edilirliği yok o yaşlarda (bkz. Ergenliğe az kalmış) ama çalmak daha zor vs vs derken babam bir İstanbul gezisinde bu albümü alıyor...


Bu şarkı Görkem'e gitsin...

Tabii ki kemana karar veriliyor bu albüm sonrası.

Laço Tayfa - Hicaz Dolap


Bu albümü hazırlıkta edindiğimi hatırlıyorum, ama nasıl edindim de dinlemeye başladım hatırlamıyorum, galiba Laço Tayfa’nın konseri olacaktı ve ben bir şekilde grubun kesin süper olduğuna kanaat getirmiştim. Evet, öyle olmalı, çünkü annemle babamı gaza getirip konsere sürüklediğimi anımsıyorum.

Şimdiyle aynıydı o zamanki bakış açım da; genel olarak türkülerin yahut “Türk müziğinin” modernleştirilmesini sevmem, ya seksenleşir ya da arabeskleşir çünkü, halbuki halk müziğinde çıkan doğal ses hepsinden güzeldir-bence. Yani ben onu severim.

Ha ne oldu, ben bu albümü dinlerken bütün bu düşüncelerimi yutup üzerine bir de su içtim, zira her parça hem bütün olarak, hem de tek tek öğelerine indirildiğinde inanılmaz keyifliydi, ve ben böyle bir şeyi ilk defa dinliyordum. Gerçi insanlar Bergama Gaydası’ndan sonra olmamış demişler Hicaz Dolap için. Geriye dönüp Bergama Gaydası’nı yahut Brooklyn Funk Essentials ile kaydettikleri In the Buzzbag’i de dinledim sonrasında, çok da sevdim, ama Hicaz Dolap daha bir acaipti yahu benim için, sanırım ilk onu dinlemiş olduğumdan kelli.


Albümün açılışına bak, Allah kahretmesin...

Replikas – Dadaruhi


Hazırlıktan Lise 1e geçtiğim yaz D&R’da çalışmışlığım var. Bir de Bülent Abi var o dönem orada dergilerden sorumlu. Bir ayın sonunda üç al iki öde kampanyasının, çalışanlara olan indirimiyle beraber afedersiniz bokunu çıkarmak istiyoruz topyekün (ki o dönemden kalma elimde çok güzel çikolata ve makarna kitapları vardır, tey tey...). Ne alsam, ne etsem derken Bülent Abi elime bu albümü tutuşturuyor, “Replikas dinle, çok acaip kafalar” diyor. Ben tabii daha “acaip kafalar” lafından bir şey anlamayacak yaştayım, doğal olarak Bülent Abi’nin ne demek istediğini pek anlamıyorum.

Ama, daha 'bir parça müzik içinde' neler yapılabileceğinden habersiz olduğum için o zamanlar, kelimeleri hecelere bölüp, ayrı melodi yapmalarına, ya da üst üste “bir bağlam roka” konulu konuşmaları kaydedip şarkıya koymalarına, şarkıların yarattığı atmosfere, o tuhaflığa inanamıyorum. O kadar inanamıyorum, o kadar etkileniyorum ki, daha sonra İzmir’de konserlerine gidemediğim halde kahvaltı masalarına oturup rahatsız ediyorum. Ve şimdi hatırladım, evet, benim imzalı Replikas posterim var, ahah.
Tabii şimdi Beyoğlu’nda Replikas insanlarını görmenin hiçbir özelliği yok, sadece bakıp mutlu oluyorsunuz, ama İzmir’deyseniz ve liseliyseniz baya önemli olabiliyor sizin için.

Moloko – Statues


Yine aynı dönem, yine aynı D&R, ama bu sefer başroldeki karakter Metin Abi. Kendisi müzik reyonuyla ilgileniyor, bana da sürekli çeşitli grupların dağılmaları ve birleşmeleriyle ilgili haberler veriyor. Moloko’nun ayrılmadan önceki (anlaşma gereği çıkardıkları) son albümleri Statues de o senenin başında çıkmış, Metin Abi fazlasıyla övüyor bana albümü, ama neden bilmem, almıyorum. Bir iki ay sonra aklıma geliyor, “Aa böyle bir albüm vardı, alayım ben bunu yahu” diyorum ve dinlemeye başlıyorum...

Hah, işte o noktada içimdeki küfretme arzusu bastırılamıyor, çünkü o dönemde normal
hayatında aman da Linkin Park, hey gidinin Nu Metali şeklinde dolaşan ben, böyle bir düzenlemeyle ilk defa karşılaşıyorum. Moloko, aniden “böyle bir grubum olsun, ühü” tanımını alıyor, sonra Çeşme’de gerçekleşen Moloko konseri kaçırılıyor, yıllar sonra Roisin Murphy konserine gitmemek koymuyor bile, ama o albümün yeri hep ayrı kalıyor.


“Endless tears forever joy...”

İçinizi baymamak adına burada kestiğim bu kronolojik listenin devamı önümüzdeki günlerde gelecek, merak etmeyin. Biliyorum merak ediyorsunuz, ama rahat uyuyabilirsiniz. Bir iki foruma bilgi sızdırırım en kötü, sıralamalarda kimlerin olacağına dair (niheheh).

Ay lav yu İzmir ulan.

22 Kasım 2009 Pazar

Klişelere boğulmuş çek beni...

Ne yapmaya çalıştığımızı inanın bilmiyorum...

Yarı sürpriz bir şekilde haftasonumuzu İzmir'den aramıza katılan sevgili dostumuz Ayhan Beylerle geçirdik. Yani, evet, haftasonu İstanbul'a geleceği biliniyordu, ama görüşmelerin bütün haftasonuna yayılması sürprizdi. Şikayetçi miydik? Yo dostum yo, şikayet yok. Sanırım tek şikayetim bir şekilde beraber yemiş olduğumuz 5 öğünün de hamurişi olması, bu 5 öğünün üçünü de çeşitli pizzaların oluşturmasıydı.

Sivil kariyer çok acaip bi şey...

Evim epik bir 7pf2p buluşmasına sahne olacaktı aslında, ama herkes yatağa düşünce buluşma iptal oldu. Akabinde pazar günkü stüdyo da iptal olunca, Sayın Hanores ile kendimizi güney kampüse attık. Tabii işin içine mont, kuru yapraklar, bulutlu hava, bere ve beyaz ayarı girince neşe dolu 'sonbahar fotoğrafları'mız oldu. Kuru yapraklar evet.

Sizi kuru yaprak konusunda uyarmıştım...


Depresyon konusunda uyarmamış olabilirim, haklısınız...

Yeteri kadar eğlendikten sonra bir süre kedilerle haşır ve neşir olduk. Hatta sonrasında Görkem Beyler de bize katıldılar, kendileri çok uykuluydu ve uykuları pek açılmadı, ama olsundu. Bir süre daha oyalandıktan sonra ödev ve ders amacıyla tekrar yukarı çıktık, böylece atraksiyonlarımızın sonuna gelmiştik (gelmiş miydik?)...

"Nefret ediyorum hepinizden..."

Tabii ki ders çalış çalış bir yere kadardı. İçimiz çürümüş, canımız sıkılmıştı, fotoğraf makinası da gayet ortada duruyordu. Zırvaladık biz de, ne yapabiliriz ki başka?

San'at... Adeta dışavurum...

Sonuç olarak, yaklaşık bir buçuk saat önce Ayhan Beyleri uğurladık, "gece depresyonunuz da bizden olsun" deyip, mp3çalarına Jeff Buckleyleri doldurduk... Ayrıca yukarıdaki sonbahar temalı fotoğraflardan, özellikle kuru yapraklı ve depresyonlu olanlardan dolayı tepkilisiniz biliyorum. Ben de tepkiliyim, üzülmeyin...

Neden kuru yaprak!!!!???... Neden???....

21 Kasım 2009 Cumartesi

Kişisel ve gereksiz işler bunlar

Dün şunu düşündüm, yani daha doğrusu düşünmem için tüm ortam hazırlanmıştı, ben de mevcut yoldan gittim. Bunun gibi bir şey.

İstanbul'a ilk geldiğimde belli yerlerden belli saatlerde tek başıma yürümekten korkardım. Söz konusu yerler de über ara sokaklar değil, İstiklal caddesi, Nevizade falan. Bir buçuk yılın sonunda, sanırım Arda'nın gazıyla "yahu evet neden korkuyorum ki bu kadar?" dediğimi biliyorum.

Şimdi, söz konusu yerlerde hep, ama hep tek başıma yürüyorum. Hep belli saatlerde, bir şekilde tek başıma yürümek zorunda kalıyorum. Yok, hayır, korkmuyorum, korkacak bir şey de yok zaten, ama bazen insan sıkılıyor.

Gerçi bazen keyifli mi? Keyifli gayet. Bazen.

17 Kasım 2009 Salı

Doing All Right

Mutfaktaki deneysellik, eve gelinen saatle ters orantılı. Vakitle değil, vakit yaratılır mutlaka, ama eve ne kadar geç gelirseniz o kadar üşeniyorsunuz. Mesela ben bugün yarım saat geç geldim, yolumu uzatıp markete uğradığım için, sonra da ölesiye üşendim. Gerçi yine atraksiyon oldu, ekmek üzerine domates, biber, beyaz peynir koyup, üzerini zeytinyağı ve fesleğenle süsledim, fırına attım. Ne oldu, peynir erimek yerine yanmayı seçti. Mutfak çabalarında insanın hevesini kıran şeyler bunlar...

Bir de bunları yaptım. İlki, bir bağ için logo denemesi olacaktı, ama sonra baktım olmayacak, öyle kaldı...

Bir de şunlar var; kendileri ayrıldığım işyerindeki Argun Bey ve Billur Hanım'a veda ve teşekkür hediyesi olmakta.
Bunların içleri kurabiye ile dolacak sayın seyirciler. Kurabiyeleri de kendim yapacaktım, ama tartım yok, deneyselliğim hiç yok, o yüzden vazgeçtim. Bu da yabışmadan önceki halleri:


Nilipek her şey için teşekkür eder.

15 Kasım 2009 Pazar

Mahogany

Güzel kelimeymiş. Ara ara "mahogany" diyesim var. Hayır, bir anlamı yok bunun, kulağa çok tatlı geliyor sadece. Yazılışı da güzel.

Zorunlu stajlar, ödevler başladı; sabbahlar olmasın sayın seyirciler. Bakın, bu da staj yaptığım okulun rehberlik servisi:

Hayır, vaktim varken yapmak istediğim her şeyi engelleyecek şeylere imza atıp, şimdi hepsinden vazgeçtiğim halde vakit bulamıyorum. Neler yapmak istediğime dair liste hazırlasam beni döversiniz, bilirim.

Bir de bakın bakın bu adamın doğumgününü kutladık:

Cehenemmden çıkan şaşkın Türk...

Lemur'la o kadar toplanamıyoruz, o kadar prova yapamıyoruz ki o kadar olur. Hadi provayı geçtim, Deniz'e ancak rastlayabiliyorum, onda da dürtmekten öteye geçemiyorum.

Yarın prova, öbür gün son sergi açılışı (son dediğim de ikinci, ahah), sonraki gün bir nefes alırım sanırım, sonra 7pf2p...

Ayhan geliyor. Haftaya da ben gidiyorum. İzmir'i özledim.

Bu da böyle anlamsız bir yazı oldu.

10 Kasım 2009 Salı

Rylaralay laralaay....



Neden bilmiyorum, yani nasıl bir garezim varsa kendime karşı, iki sınav arası otobüsle Bodrum'a eğitime gittim. Otobüs yolculuğunun 12-13 saat sürmesi koymadı aslında, eğitim de oldukça iyiydi. Tek sorun, benim açımdan, farklı grupların farklı normları olduğunu bir kez daha görmem oldu. Bu grupta liderlik yöneticilikle eş anlamlıydı ve ben gaaaaayet psikolojik danışmandım. Yine de şikayetçi değilim, gayet de güzel bir organizasyondu, Mehmet Kocabaş hem çok güzel bir eğitim verdi, hem de yerlere yatırdı bizi gülmekten, Karia Rotary'nin de ellerine sağlık mı diyeyim, ne diyeyim...

O değil, İzmirli bir çocuk "Ben eleştiride bulunmak istiyorum" diye kalktı son gün ayağa, "eleştirmeliyim, çünkü eğer ben de diğerleri gibi översem yanlışlar devam eder" dedi. Vay be, dedim içimden, bak işte İzmirli, acaba ne diyecek, kesin çok mantıklı bi şey diyecek, arkandayız İzmirli, aslansın kaplansın İzmirli....

"Öğle yemeği ile akşam yemeği arasında 7 saat vardı, çok acıktık" dedi. Ben de içimden küfredip, önümdeki defteri karalamaya devam ettim.

Ha, ben ne yaptım? Yarım saatlik bir arada aşağı inip dalga fotoğrafı çektim. Evet, bildiğiniz dalga. Neden bilmiyorum.


Sınav ve ödev sezonu açıldı ama içimde öyle bir uyuşukluk var ki, neler olacak bilmiyorum.

Son olarak, beyazlara karışan pikaçu sarısı bir tişört sayesinde bir sürü limon sarısı tişörtüm oldu.
Bkz. Pikaçu sarısı

En sevdiğim tişörtümdün sarı Sinalco, ama çok tepkiliyim şu an sana karşı. Gerçi, kötü de olmadı tişörtler, ama masa örtümün hali ciğerimi dağlıyor adeta.

3 Kasım 2009 Salı

Gece gece...



"They do the macarena, but still I'm not impressed..."

1 Kasım 2009 Pazar

Sınav falan derken...

Kütüphaneye gittim, uykum geldi ve çıktım, geri döndüm. Havaya küfrettim-ki soğuk hava sevmeme rağmen. Ders notlarını da okudum aslında, okumadım değil, ama ne kadarı kafamda kaldı tartışılır. Bunu yazdıktan sonra tekrar deneyeceğim dersi.

O değil ama konu. Diyordum ya çizim yapmak istiyorum diye. YABDIM YABDIM YABDIM DİYE BAĞIRIRDI...


Bu sefer sadece suluboya kullandım, mürekkeplemedim. Ayrıca, evet, resimde yine orantısızlıklar ve dikkatsizlikler mevcut, ama görmezden gelin. Önemli olan güzel olması olmaması değil şu an, bir şeyler yapmış olmam.

Alın size bir de bonus, aynı defterden yazın yaptığım bir şey. Adeta bir Poe:

Ayvanabiyorhorniboy

-İş arasında makinayı alıp Argun Bey'in çalışmalarını izlemeye gittim. Böyle bir şeyler oldu:
Ne 5D'ye, ne de üzerindeki lense alışabildim henüz ("Abi duydun mu Nilipek 5D almış")(Almadım yahu... İşyerinin makinası...). Gerçi lens baya tatlı, hatta Tamron'a karşı önyargılarımın çoğunu törpüledi diyebilirim. O değil de Cmena'm, ciğerim bozuldu, hüzünlere gark oldum. Sökeceğim sanırım kendisini. Çok acaip işler peşindeyim.

-Biri bana şunu mantıklı şekilde anlatsın ki vazgeçeyim: "Nilipek, belli şarkıların belli satırlarını bekleyerek/dinleyerek bir yere varamazsın".

-Yağmurlu havaları seviyorum/yağmurlu havalarda ödevdir, sınavdır, iştir uğraşmayı sevmiyorum. Bu sabah gerçekleştirdiğim süt+kurabiye+battaniye triosunu bütün güne yaymak istiyorum.

-Bir tam gün süren sevgi böcekliğim, yapmam gereken ödev ve çalışmam gereken sınav nedeniyle sona erdi. Halbuki ben çizim yapmak, kitap okumak, stüdyoya gitmek, tembellik eylemek, en kötü ihtimalle LES çözmek istiyordum. Ki en kötü ihtimal bu. Ama şimdi ceset ağırlığındaki bir kitabı almam (evet daha kitabım bile yok) ve kendimi kütüphaneye atmam lazım. Hastasıyım kütüphanenin lakin kitabı düşündükçe içim kararıyor.

-Blues festivaline gittik ettik, hatta Tekaüt bile gördük de, bir çıkıştaki gazeteyi o kadar bulmacasını falan çözdükten sonra Çiço'da bırakmam, bir de bir tane bardak almamış olmam içime dert oldu resmen.

-Sabah bilmediğim bir şeyler çaldı Radyo 3'te, aynı piyano riffinin tekrarlanmasıyla oluşan çağdaş bir şeyler. Hani son dönemde "çağdaş" bıdılara tepkiliyim, ama bundan bağımsız olarak sabahın yedi buçuğunda hiç çekilmiyordu be. Neden yedi buçukta uyandın peki, manyak mısın sen derseniz, yanlış alarmı açmışım derim. Neden kapatıp uyumaya devam etmedin peki, manyak mısın sen derseniz, boynumu büker, bilemedim derim. Neden bunu devam ettirip bir ilahiye dönüştürmüyoruz peki, manyak mıyız derseniz, eyvallah derim. Ayrıca dün Lounge FM'de Barış Manço'dan Lambaya Püf De çaldı, belirtirim.

-Sevgili Soulseek, canım Soulseek, böyle bazen çatır çatır indiriyorsun ya albümleri, böyle abuk sabuk albümler buluyorum ya sende, çok seviyorum lan seni.