Bir pazar günü, bir pazar günü, konuşma ihtiyacımın fazlasıyla arttığı bir gün, elbette odadaki herkesi tek tek kitledim. Hatta Ece'ye koli almamız gerekiyordu, onu bile kitledim, çekinmedim. Yeri geldi çöp karıştırdık, çekinmedik koli bulabilmek için, neyse ki yeterli ebatlarda koliler bulduk ve hatta Ece Hanım hemencecik toparlanıverdi, takdir ettim.
Sonra ben giyindim, Ergin'le buluştum, gittik Björk ablaya. Daha doğrusu, önce bi gözleme yiyemedik, ben üzerime ayran dökmüşüm, çok sonra fark ettim, yürüdük de yürüdük. Otobüs biletimi de aldım. Kapıda biraz sorun yaşadık ama önlerden bir yerlerden izlemeyi de başardık konseri, mis. Sonra Dünyajan Bey'e rastladık, bira içeceklermiş, uğrarsınız isterseniz dedi, ancak ben yanımdaki insanı sıkmamak babında-ve sanırım biraz uykum geldiği ve üşendiğim için sonrasında reddettim bu güzel teklifi. Gittim odama, yattım uyudum.
Ertesi gün Uluç Bey uğradı odaya, arkadaşına ders çalıştırıyormuş, sağolsun oda sınırlarından dışarı çıkarıp bir doyurdu beni. Bir de bu fotoğrafta çok bi temiz yüzlü çıkmamış mı lan? AHEHAHeaheahaehaeh.... Ne diyordum, evet, doyduk, ama doymadan önce hiçbir derse girmeyerek 3,76 ortalama yapmış ve bizden bol bol küfür yemiş olan canım arkadaşım Ömer'e rastladım. İğrenç bir cümle kurduğumun farkındayım, ama hemen Björk'e sesleneyim diye kasmıyorum. Kendisi beni İstanbul'da gören herkesin verdiği şu klasik tepkiyi verdi, sağolsun: "Ne arıyosun sen burda ya?!"...
(Evet Björk, az kaldı sesleneceğim sana. Ama dur.)
Bavulumu toplayıp Mona Teyzelere attım kendimi, bir yemek yemek, bir hoş seda eylemek için. Aslı Hanım (kuzen) pek bir güzelleşmiş görmeyeli, Turgut Enişte de sağolsun memleket meseleleri ile ilgili biraz sıkıştırdı beni. Sonra cümleten Gladyatör olduk. Mango suyu güzel bir şeymiş. Ve otobüse bindim, geldim. İzmir'deyim...
Şimdi Björk'e seslenebilirim.
Sevgili Björk Hatun,
Benim için çok şey ifade eden bir varlık olduğundan kelli seni canlı görebilmek inanılmazdı. Bir de oldukça öndeydim, inanılmaz bir şekilde boyum da yetiyordu, rahat rahat görebiliyordum yani seni, ve oradaydın, hemen önümde, şarkı söylüyordun, ki pagan poetrye başladın, ağzım açık dinledim, wonderbrass New World'ün intro versiyonunu çaldı, ben uçtum, Hyperballad çaldın, süper...
Ama ablacım, naptın sen ya? Ben hayatımda sahnede böyle ezbere hareket eden, böyle memnuniyetsiz insan görmedim. Hayatımda derken çok abartmış olabilirim bilmiyorum, ama yok yok, abartmıyorum, hakkaten böyle. Ne güzel sahne şovlarıdır, lazerlerdir, brass ekibindir, ama sen niye bu kadar yapaydın be ablam? Senden beklentim çok çok daha farklıydı benim. Lise yıllarımı biyörk biyörk diye sayıklayarak geçirdim ben, çok farklıydı yerin, çok başkaydın. Eee, şarkını söyledin gittin? Afferim.
Bir de seyirci uyuyodu demişsin. Hatta bunu sadece sen dememişsin bir sürü kişi demiş. Yahu coşmak istemiyorum ki ben senin konserinde. Ben seni izlemek istiyorum, dinlemek istiyorum, ben eğlenmeye gelmedim ulan o konsere! Hatta yalnız durdum zira senin konserini yalnız izlemem lazımdı benim, "ay laaav hiim" diye yalnız bağırmam lazımdı. Ama zıplamam oynamam lazım değildi yahu. Bütün şarkılara cıstak ekledin diye oynamamız mı lazım abla?
Ha bir de o var. Düşün ki Hyperballad'a bağıra bağıra ezbere eşlik eden azınlıktan biriydim konserde. Sen ne yaptın? Sonunda içine ettin şarkının - düzenleme olarak. Aferim.
Ha, bütün bunlara ek olarak, etkilendim mi, evet. Etkilenmem sadece senin Björk olmandan mı kaynaklanıyor-tam değil, üflemelileri de sevdim. Declare Independence da -kim ne derse desin- senin hiç sesini kullanmadığın, tamamen popülere oynayan dandik bir şarkıdır. Sevmiyorum.
Ama seni seviyorum hala, gerçekten.
1 yorum:
björk ü de izledik canlı canlı
bu senede yaz geldi
hayat süper
olmalı
altın parıltısı hatırımdadır
son şarkı sonrası
pika pika
Yorum Gönder