27 Ocak 2011 Perşembe

Chai Tea Latte

  • Aniden gaza gelip kendime orada burada "Chai Tea Latte" adıyla anılan, yoksa içinde zencefil, tarçın, karanfil olması dışında bildiğiniz sütlü çay olan, leziz içecekten yapmaya karar verdim. Hatta söz konusu gaza gelme orada da kalmadı, evdeki kontrol edilemeyen filtre kahve zımbırtıları artışı (dipnot:french press'i Fransız baskısı olarak çevirmek istedim, ama sonra bunu size yapmamaya karar verdim) beni süt köpüğü yapmaya bile itti.

Evet evet, aslında zamanında yine böyle bir gaza gelişlerde aldığımız bir süt köpüğü yapma zımbırtısı da vardı, ama bulamamıştım, ve tahmin ettiğim gibi french press de aynı etkiyi yaratmıştı.

Herkes bilir ki tepesine koyunca süt köpüğünü, 3ü1aradayı bile "Macchiato Frappucino Triato" adıyla yutturabilirsiniz.

  • O değil de, her tatilde olduğu gibi, çekinmedik ve liseden bir takım insanlar olarak görüştük. Gerçi benim tatilim değildi, ve buluşmamızın Sevinç önünde başlaması dışında lise hayatımızla pek bir benzerliği yoktu, ama olsundu. Çok güldük, pek konuştuk, fazlasıyla cıvıdık.

Biz ölesiye sırıtırken Fulya'nın neden hüzünlü olduğunu bilmiyorum. Ama askerden yeni gelmiş olan Umut'un (en sağdaki) yüz ifadesini yorumlayabiliyorum...

  • Bu arada garsonların beni görmemesi/duymaması/reddetmesi durumuna bir çözüm bulmamız lazım. Ne sipariş verebiliyorum, ne hesap isteyebiliyorum. Günahım ne benim?
  • Bir de işte yine iş arkadaşlarım falan var:

22 Ocak 2011 Cumartesi

I want to be your personal penguin

Uzun zamandır farklı projelerde yer alan Ali Öztürkmen ve Nil İpek Hülagü'nün beklenen cover albürtünden ilk single paylaşım sitelerine düştü! Stüdyoda uzun çalışmalar sonucu kaydedilen albümün hemen internete düşmesinin satışları düşürüp düşürmeyeceği konuşulurken, yapılan basın açıklamasında Öztürkmen ve Hülagü, Türk Telekom'a başvurduklarını, bu şarkıları paylaşan sitelerin kapatılması için gerekli çalışmalara başladıklarını ifade ettiler. İçinden üç şarkının internete düştüğü albümün 2011 yılında çıkması planlanıyor.

Önemli olan pozu verebilmek...
(Dipnot: "Celebration" var diye ciddiyetimizden bir şey kaybedecek değiliz...)



19 Ocak 2011 Çarşamba

Narcissus Pseudonarcissus



Nergis güzel çiçektir balam.


Ali: Otobüsten indim şimdi, eve gelinceye kadar seni bi arayayım konuşayım dedim ben de işte... Seni de arayamadım 125'e bindik, anca inebildim...

(...)

Ali: Neyse geldim ben eve, bi zili çalayım dur bakalım... Aa zil çalmıyor mu yahu?
Nil: Ee, istersen kapat telefonu bir annenleri ara, açsınlar kapıyı...
Ali: Niye annemleri arayayım a canım:)
Nil: Haa, Acıbadem'de değil misin, Hisarüstü'ne mi gittin? Ben karşıya geçtin sanıyordum.
Ali: Çimleriniz baya uzamış bu arada, çok iyi olmuş...
Nil: Nasıl yani? Bir dakika. Nasıl yani? Şaka yapıyorsun?
Ali: Niye şaka yapayım, baya uzamış işte çimleriniz, ama ziliniz çalmıyor. Bir şeyleri yıkayıp dışarı çıkarmışsınız galiba?
Nil: (bu esnada yan odanın camından kapıya bakar) Bir dakika. Şaka yapıyorsun değil mi? Aha gerçekten oradasın... NASI YA??
Ali: Ehüahahaa....
Nil: Dur dur sen dur bi dakka dur açıyorum kapıyı...


"Arkadaşım, ama ben seni İstanbul'da sanırken öyle sürpriz yapıp gelirsen aklım havsalam durur benim, kalırım böyle bak..."


Dipnot: Tam bir yıl önce bugün kar yağıyordu, çok soğuktu, Taksim'deydik ve eylem vardı. Kontrolsüzce bir şeyler anlattık bütün gece. Sonra anlatmaya devam ettik, bir yıldır da durmadan anlatıyoruz. Bir de arada dans ediyoruz. Çok fazla gülüyoruz.

Bir yıl biraz fazla hızlı geçti, galiba hiç de fena vakit geçirmiyoruz...

11 Ocak 2011 Salı

Lemur Dogzstar'da çıkıyor olabilir mesela...

O değil de, ben yeni yıla şu afişi yaparak girdim (ciddiyim):


O nedenle, mazeretsiz bir şekilde şu konseri ekenlerin kapısına bir takım kangurular yollayacağım, gece başuçlarında zıplatacağım. Maksat rahatsızlık yaratmak.

Geliniz!

9 Ocak 2011 Pazar

Cut my hair




Nasıl anlatabilirim bilmiyorum, bu şekilde anlattığımda da pek bir şey ifade etmiyor, ama en güzel de böyle somutlaşıyor sayın seyirciler. O yüzden ne ifade ettiğini zerre takmadan aynen kafamdaki gibi anlatmaya çalışacağım.

Ne giydiğimin az çok farkında olmaya başladığımdan beri pantolonu çizmenin/botun içine sokmaya mesafeli yaklaşmış, "ay hayatta yapmam, yapamam" gibi bir takım büyük cümleler sarf etmişimdir. Zaten paragrafa böyle başlayınca tahmin edersiniz ki, evet, yediğimi yuttum, pantolonumu çizmemin içine soktum. Yaptım bunu. Ama burada önemli olan bunu yapmış olmam değil.

Yine ne giydiğimin az çok farkında olmaya başladığımdan beri (takdir edersiniz ki ilköğretim sonu-lise başı öğrencilik zamanlarıma denk gelir), kıyafetimin eskiliği beni mutlu etmiştir. Artık şakülü kaymış kazaklarım, rengi atmış ayakkabılarım, paçaları yırtık pırtık olmuş pantolonlarım ve ben, mutlu bir toplum oluşturmuş, yaşayıp gitmekteyizdir. Öyle ki, boyu uzun gelen pantolonların paçalarını bastırtmaya üşendiğim için ZOBART efektiyle kesip, pıngıl pıngıl uzanan saçaklarıyla alakalı alakasız her yere giymişimdir.

İnsan işe başladığında (ki "anaokulunda psikolojik danışmanlık" bu açıdan yine nispeten rahat bir meslek) aniden dikkat etmek zorunda hissediyor. Aman saçım ıslanmasın, makyajım akmasın, bu saçaklı pantolonla beni kimse görmesin, dur ayağıma düzgün bir ayakkabı giyeyim, gibi çeşitli düşünceler, bakkala giderken bile beynin içinde gezinmeye başlıyor. İşte o zaman, pantolonunuzun paçalarının ıslanmamasını ve eskimemesini istiyorsunuz.

Ek olarak biraz da böyle bir kafa var işte insanlarda...

Bir de bunları yine takmamak, yine öğrenci olmak istiyorsunuz. Ama bir yandan da biliyorsunuz ki artık tekrar öğrenci olsanız bile yine şu rahatsız edici histen kurtulamayacaksınız.

Ha, dipnot olarak da şunu vereyim ey güzel insanlar: Öğrenciliğe geri dönüş bunalımları işbu küçük farkındalıklarla ortaya çıkıyor, yoksa her daim "geçti güzelim yıllar, ardına bile bakmadaan" gibi düşünceler, depresyonlar içerisinde değilim. Memnuniyetsiz gözükmek kesinlikle istemem, zira nispet yapma olanağı sağlayacak kadar güzel hayat bana, hala.