Erdal Bey blog açıp, köfte yerken çektiği fotoğraflarımı koymadan bunu ben yapmak istedim. Bir nebze ülkeme hayırlı bir evlat olabilmektir amacım. Gerçi bende köfteli fotoğraf yok ama en azından köfte yediğim biliniyor.
Ne diyordum? 29 Ekim. Ne kadar büyük kutlamalar yapılacağı ve ne kadar para harcandığı haftalar öncesinden belirtilen kimi fişek patlamaları, kimi ışık oyunları. Ben seyredemedim gerçi, ben işin çile bölümüne katıldım daha çok, orası daha eğlenceliydi. Ama gün oradan başlamıyor, öncesi var...
Ed306-Karşılaştırmalı Eğitim ödevini yapmak için giriştiğim sabahlama macerası başarısızlıkla sonuçlanmış, Nil İpek Hülagü saat dörtte uyuyakalmıştı. Yarım litre gazoz ve yarım paket çekirdeğin de etkisiyle saat sekiz buçukta iğrenç bir şekilde, panikle uyanan kahramanımız kalktığı gibi ödev için bilgisayarın başına oturmuştu-ki zaten odanın fizyolojik yapısı da tam olarak bunu gerektiriyordu (bir ara fotoğrafını çekerim-kalktığımda direkt bilgisayara oturmuş oluyorum. evet.). O esnada halk arasında "beş para ver/beş para ver/beş para yoksa on para ver" şeklinde anılan ritm başladı, "yahu", dedim, "kutlamalar akşam, bu saatte (9-10 olması lazım tahminen) herhalde uçaksavarda yürüyüş yapacak değiller..." Ancak arkama baktım ve gördüm ki tahminim doğru...
İşte o dakika bir küfür süreci başladı, fotoğraf makinesini indirme, lens değiştirme, yetişememe, dur, aman, derken, sanırım ilkokul öğrencileri bütün Uçaksavar'ı gezip geri geldiler, ve sağolsunlar, tekrar önümden geçtiler:) Tabii o küfür sürecinde benim farkımda olmayan gençlik, elimde 70-300le pencereden sarkarken de fark etmeseydi ayıptı artık... Bir el sallamalar, bir selam vermeler, bağırmalar, bende bir nostalji, "ah biz de yürüdüydük Bornova'da da sağa sola el salladıydık" şeklinde anılar... Bunun aslen bir sonucu yok, zaten bütün yürüyüş boyunca ritm değişmedi, eklenen tek şey ritme uygun-tek nota üflemelilerdi. Çocuklar da muhtemelen tatil sabahı kalkıp okula gelmenin sinir bozukluğuyla dağıldılar sonra, gidip televizyon seyrettiler. Olay, tamamına bakıldığında, bundan ibaret sanırım.
Bu arada 29 Ekim'e dair plan aslen Erdal Bey ile bir yerde sabitlenip fotoğraf çekmekti, uzun konuşmalar ve kararsızlıklardan sonra, neden bilmiyorum, Üsküdar'dan izlemeye karar verdik kutlamaları. Gerçi nedeni sanırım bu tarafın çok kalabalık olma ihtimali ve Erdal Bey'in bizim stüdyoda sıkılacağını düşünmesiydi. Sonuç olarak, Üsküdar kararı belirlenince benim de hedefim belli olmuştu, sekizde Üsküdar'da olacak, çılgınlar gibi havaifişek izleyecektim. "Henüz ismi bilinmeyen ama yakında bilinecek olan beste grubu"muzla taşodaya girip çıktıktan sonra Deniz Hanım ve kardeşine yamanıp sahilden otobüse bindim. "Süper fort ortamı" olarak tanımlanabilecek olan sevgili otobüsümüz Ortaköy'de duruverince cümleten inip yürümeye karar verdik.
Evet, meğer trafik tıkanmamış, trafik kapanmış, zira yürüyüş varmış. Saat yedi buçuk, acele etsem sekizde Üsküdar'da olabilirim gibi düşünceler içindeyim, çabuk gidebilmek için Deniz'le Ozan'ı kapıp Ortaköy'ün içinden gitmişim. Derken havaifişek sesleri, içimden ettiğim küfürler... Zaten karşıya geçemedim, bari buradan çekeyim şeklinde boş bir çaba, zira sahile akan insan seli
sayesinde ilerleyememem ve havaifişekleri anca ucundan görebilmem... Bu arada az önce otobüsten yapılan anonsla "masraflı, süslü kutlamalara kanmayan gerçek cumhuriyetçiler"in havaifişek seslerini duyar duymaz helela fişeaaak helaöea efektiyşe sahile koşması...
Neyse, battı balık yan gider psikolojisiyle Beşiktaş'a kadar yürüdük. Deniz hanım iskeleye yöneldi, ben de motor sırasına yöneldim, ancak öğrenildi ki 6-9 arası iptalmiş bilimum sefer. "Şaka değil mi bu?!" cümlesini pek hoş hatırlıyorum Erdal Bey'in, bir şekilde Deniz Hanım'la tekrar bir araya gelip sahilde oturduk, bekledik. Sağ taraftaki fotoğraf da, aslen o amaçla çekilmemiş olsa da, iskele önündeki karambolü gayet net bir şekilde gösteriyor sayın seyirciler.
Sonunda bir şekilde Üsküdar'a ve Erdal Bey'e ulaşabildik. Kendisi benim dayanamayıp kokoreç yediğimi duyunca-henüz kapasitemi bilmediği için- hayalkırıklığına uğradı, ancak "köfte de yerim" cümlesi kendisini tekrar hayata döndürdü. Evet, gittik ve nefis köfteler yedik, köfte yediğimiz sokakta düğün vardı, yolda oynuyordu insanlar, eğlendik. Sonrasında kendimizi çaya ve muhabbete verdik, ben biraz da kendimi üşümeye verdim, çok iyiyimdir üşümek söz konusu oldu mu...
Sonuç olarak 29 Ekim ilk defa bu kadar gaza geldiğim, ama bu kadar tuhaf geçirdiğim bir gün oldu. Gerçi güzeldi aslen, eğlendim gayet, ama şu an bakınca gülmem eğlenceden miydi sinir bozukluğundan mı ayırt edemiyorum, sanırım eğlendiğimden:)
Ve, blogu ntvmsnbc'den çorduğum bir Atatürk fotoğrafıyla kapatıyorum. Ne güzel bir insanmışsın yahu sen...
Ne diyordum? 29 Ekim. Ne kadar büyük kutlamalar yapılacağı ve ne kadar para harcandığı haftalar öncesinden belirtilen kimi fişek patlamaları, kimi ışık oyunları. Ben seyredemedim gerçi, ben işin çile bölümüne katıldım daha çok, orası daha eğlenceliydi. Ama gün oradan başlamıyor, öncesi var...
Ed306-Karşılaştırmalı Eğitim ödevini yapmak için giriştiğim sabahlama macerası başarısızlıkla sonuçlanmış, Nil İpek Hülagü saat dörtte uyuyakalmıştı. Yarım litre gazoz ve yarım paket çekirdeğin de etkisiyle saat sekiz buçukta iğrenç bir şekilde, panikle uyanan kahramanımız kalktığı gibi ödev için bilgisayarın başına oturmuştu-ki zaten odanın fizyolojik yapısı da tam olarak bunu gerektiriyordu (bir ara fotoğrafını çekerim-kalktığımda direkt bilgisayara oturmuş oluyorum. evet.). O esnada halk arasında "beş para ver/beş para ver/beş para yoksa on para ver" şeklinde anılan ritm başladı, "yahu", dedim, "kutlamalar akşam, bu saatte (9-10 olması lazım tahminen) herhalde uçaksavarda yürüyüş yapacak değiller..." Ancak arkama baktım ve gördüm ki tahminim doğru...
İşte o dakika bir küfür süreci başladı, fotoğraf makinesini indirme, lens değiştirme, yetişememe, dur, aman, derken, sanırım ilkokul öğrencileri bütün Uçaksavar'ı gezip geri geldiler, ve sağolsunlar, tekrar önümden geçtiler:) Tabii o küfür sürecinde benim farkımda olmayan gençlik, elimde 70-300le pencereden sarkarken de fark etmeseydi ayıptı artık... Bir el sallamalar, bir selam vermeler, bağırmalar, bende bir nostalji, "ah biz de yürüdüydük Bornova'da da sağa sola el salladıydık" şeklinde anılar... Bunun aslen bir sonucu yok, zaten bütün yürüyüş boyunca ritm değişmedi, eklenen tek şey ritme uygun-tek nota üflemelilerdi. Çocuklar da muhtemelen tatil sabahı kalkıp okula gelmenin sinir bozukluğuyla dağıldılar sonra, gidip televizyon seyrettiler. Olay, tamamına bakıldığında, bundan ibaret sanırım.
Bu arada 29 Ekim'e dair plan aslen Erdal Bey ile bir yerde sabitlenip fotoğraf çekmekti, uzun konuşmalar ve kararsızlıklardan sonra, neden bilmiyorum, Üsküdar'dan izlemeye karar verdik kutlamaları. Gerçi nedeni sanırım bu tarafın çok kalabalık olma ihtimali ve Erdal Bey'in bizim stüdyoda sıkılacağını düşünmesiydi. Sonuç olarak, Üsküdar kararı belirlenince benim de hedefim belli olmuştu, sekizde Üsküdar'da olacak, çılgınlar gibi havaifişek izleyecektim. "Henüz ismi bilinmeyen ama yakında bilinecek olan beste grubu"muzla taşodaya girip çıktıktan sonra Deniz Hanım ve kardeşine yamanıp sahilden otobüse bindim. "Süper fort ortamı" olarak tanımlanabilecek olan sevgili otobüsümüz Ortaköy'de duruverince cümleten inip yürümeye karar verdik.
Evet, meğer trafik tıkanmamış, trafik kapanmış, zira yürüyüş varmış. Saat yedi buçuk, acele etsem sekizde Üsküdar'da olabilirim gibi düşünceler içindeyim, çabuk gidebilmek için Deniz'le Ozan'ı kapıp Ortaköy'ün içinden gitmişim. Derken havaifişek sesleri, içimden ettiğim küfürler... Zaten karşıya geçemedim, bari buradan çekeyim şeklinde boş bir çaba, zira sahile akan insan seli
sayesinde ilerleyememem ve havaifişekleri anca ucundan görebilmem... Bu arada az önce otobüsten yapılan anonsla "masraflı, süslü kutlamalara kanmayan gerçek cumhuriyetçiler"in havaifişek seslerini duyar duymaz helela fişeaaak helaöea efektiyşe sahile koşması...
Neyse, battı balık yan gider psikolojisiyle Beşiktaş'a kadar yürüdük. Deniz hanım iskeleye yöneldi, ben de motor sırasına yöneldim, ancak öğrenildi ki 6-9 arası iptalmiş bilimum sefer. "Şaka değil mi bu?!" cümlesini pek hoş hatırlıyorum Erdal Bey'in, bir şekilde Deniz Hanım'la tekrar bir araya gelip sahilde oturduk, bekledik. Sağ taraftaki fotoğraf da, aslen o amaçla çekilmemiş olsa da, iskele önündeki karambolü gayet net bir şekilde gösteriyor sayın seyirciler.
Sonunda bir şekilde Üsküdar'a ve Erdal Bey'e ulaşabildik. Kendisi benim dayanamayıp kokoreç yediğimi duyunca-henüz kapasitemi bilmediği için- hayalkırıklığına uğradı, ancak "köfte de yerim" cümlesi kendisini tekrar hayata döndürdü. Evet, gittik ve nefis köfteler yedik, köfte yediğimiz sokakta düğün vardı, yolda oynuyordu insanlar, eğlendik. Sonrasında kendimizi çaya ve muhabbete verdik, ben biraz da kendimi üşümeye verdim, çok iyiyimdir üşümek söz konusu oldu mu...
Sonuç olarak 29 Ekim ilk defa bu kadar gaza geldiğim, ama bu kadar tuhaf geçirdiğim bir gün oldu. Gerçi güzeldi aslen, eğlendim gayet, ama şu an bakınca gülmem eğlenceden miydi sinir bozukluğundan mı ayırt edemiyorum, sanırım eğlendiğimden:)
Ve, blogu ntvmsnbc'den çorduğum bir Atatürk fotoğrafıyla kapatıyorum. Ne güzel bir insanmışsın yahu sen...
3 yorum:
karizmatik yahu
bir de seneye caddedeki fener alayını fotoğraflayın pek güzel oluyor diyorlar, ben de gelirim hem !
daha çok foto istiyoruz,
("biz de kontör istiyoruz" namesiyle okunacak/söylenecek)
Yorum Gönder