Büyük üşengeçlikler sonrası bir şekilde kendimi Galip Hoca'nın Santralİstanbul'daki dersine attım dün. Zaten Erinç ve Edanur da oradaymış, tuhaf bir hissiyat yarattık kursu alanlar için. Ama konu bu değil.
Muhabbet kakara kikiri derken Fatih Bey aradılar sağolsunlar, kendilerini uzun zamandır görmemiştik, bir görüşelim dediler. Havanın soğukluğu/Taksim ikilemini uzun süre yaşadıktan sonra kendisiyle buluştuk ve önce sinemalardaki her 6 salondan 5inde Recep İvedik oynamasına içerledikten sonra kendimizi Canım Ciğerim adlı ciğerciye attık...
Şimdi, ben ilk defa gidiyordum. Üstelik bir de yediklerimi anlatmadan önce 'ayıptır söylemesi' kalıbını da kullanmam lazımdı, ama kullanmıyordum. Donattılar sofrayı, rokalar, çeşit çeşit soğanlar, acılı ezme, lavaş, nane, turp, salatalık, domates derken zaten masada yer kalmadı, ben ise sadece anlam vermeye çalışıyordum. Bu kadar şeyi kim yiyecekti? Fatih neden taze soğan sevemiyordu? Bu yaptığım patatese bir ihanet miydi? Gecenin geri kalanı nelere gebeydi?
Beş şiş ciğer geldi, "biz aha tamam demek ki bu kadar" derken bir beş şiş daha geldi. "Yahu kim bitirecek bunları" derken yaldır yaldır bitirdik. Başta "İki künefe yiyemeyiz bi tanesini paylaşalım" derken, bitirdiğimizde "ya iki tane de yermişiz..." dedik. Hayır biz mi oburuz, onu da anlamadık, böyle bir doygunluk bir şişkinlik hissi de yok.
Yani, yanlış anlamayın "ay şunu yedik bunu yedik" demek istemiyorum bu dönemde, ama güzeldi. Ciğer iyidir yani, nimettir. Bir de hala soruyorum kendime, o soğukta Taksim'de ne işim vardı allasen. Donduk lan.
3 yorum:
sana dedim ki; başka bir yere mi gidelim yoksa taksimde mi takılalım? hiç ileri görüşlü değilsin, müstehak sana.
ayrıca gözlerim ve kaşlarım rober hatemo gibi çıkmış, kendimi dövesim geldi =)
çok soğuk yahu hiç sorma
afiyet olsun. şiş çekti canım.
Yorum Gönder