21 Eylül 2008 Pazar

Yerleşme, Taşınma, Aile saadeti ve Abercrombie Geyiği (ha?)

Her ne kadar başta biraz sefalet yaşadıysam da-zira dorm yönetiminin verdiği kağıdı dolduracak kalemim bile yoktu ve odada az çok uğraşabileceğim tek şey bilgisayardı- nihayet tam anlamıyla yurduma yerleştim. Sevgili odam, tekrar eski dağınıklığına, ya da başka bir arkadaşımın deyimiyle "mutluluğuna" kavuştu. Eksikleri de çoğunlukla tamamladık bugün, şu an eksikliğini hissedebileceğim tek şey sanırım bir mont, o da sanırım İzmir'de.

Bunun dışında yağmur iyidir, misafir de iyidir. Evet, bu akşam ne misafir ağırlamak gibi bir planım vardı ne de insanlarla iletişim içinde bulunmak gibi. Ama misafir iyidir; önce Yargı geldi lensi bırakmak için, muhabbet falan derken kendimizi deviantarttaki fotoğrafları yorumlarken bulduk. Sürenin sonuna Tenacious D'den sahnelerle geldik ve uğurladık kendisini. Akabinde Fatih Bey'i ağırladık, kendisi Şile'ye gelmedim/gelmiyorum diye bana biraz saldırdı, sonra kıyamadı tabii-çok sevimliyim çünkü. Kıyanı dövüyolar, ahahaeha. Yok yok, gayet sevimsizim, zaten Fatih Bey'den de gayet dayak yedim. Kendisi zaten beni uyarmıştı, oraya geleceğim ve kadına şiddet uygulayacağım demişti de ciddiye almamıştım. Bunun dışında iletişim iyi bir şeydir, kimi zaman sinir bozsa da genel olarak lazımdır.

Ama bundan önce de bir şeyler oldu yahu. Bir kere Görkem'i taşıdık, önemli bir şey bu. Bir kere evleri çok güzel, inanılmaz özendim. Ayrıca bilgisayar masası ve kütüphaneyi kendi ellerimizle yaptık, hatta hayatımda ilk kez çivi çaktım. Gerek giysi dolabıyla, gerekse kullanım ve montaj kılavuzlarıyla cebelleşirken o kadar güldük ki, söz konusu özentim iki katına çıktı. Tabii ki taşınmaya fotoğraf makinesiyle gitmeyeceğimden kelli son derece VGA fotoğraflarla karşınızdayım yine. Sağ tarafta Görkem'i ve yeni evine geçince beslemeye başladığı su şişesi Erik Simit'i göreceksiniz-göbek adı da mevcuttu ama unuttum onu ben. Sol tarafta ise sanırım ben varım, evet korkunç bir haldeyim, ama çok mutluyum çünkü bilgisayar masasını halletmişiz ve son parçası olan klavye hedesini takıyorum. Daha bu fotoğraftan sonra kebap yiyeceğiz ve ben çok daha mutlu olacağım. Ek not: Ay lav Hande Sart.



Sonra birden annemler var oldu (nasıl yani?). Şöyle ki, ben sefalet içinde sürünürken arayıp "Biz yola çıkıyoruz" dediler, ve ertesi sabah bütün eşyalarım ve yarım kilo börekle beraber odamdaydılar. Madem ailecek İstanbul'dayız, neden çılgınlarcasına gezmiyoruz mantalitesiyle, çok çılgınca olmasa da neş'eli bir şekilde gezdik üç gün boyunca. Konserime geldiler, ertesi gün bilimum Sultanahmet'tir, Sirkeci'dir, Beyazıt'tır gezdik, akşamında Rumelikavağı'nda balık yedik (Güzelyer adlı bir mekan, hakkaten çok güzel), gecenin sürprizi ise çok bir beklentimizin olmadığı bir yerde yediğimiz güllaç oldu, zira böyle güllaç yememiştik hiçbirimiz. Bugün de Salvador Dali sergisini gezdik, biraz mutlu olduk, biraz hayalkırıklığı yaşadık ama Dali'yi zaten severdik, bağrımıza bastık. Sonra da annem ve babam İzmir'e gitmek üzere yola çıktılar, bana da odada neş'e dolu saatler kaldı.

Bu arada, evet, konser. Yine yine yine 7 Pink Floydlar ve 2 Prenses konserimiz vardı. Tahmin ettiğimizden çok çok daha kalabalık oldu mekan ve über keyifli bir konser verdik-gerçi ne yalan söyleyeyim, bir öncekinde daha çok keyif almıştım, neden bilmem. Yine iltifatlar oldu, insanlar tarafından bol bol takdir edildik, iki kez bise çıktık-bizim şımarıklığımız mıydı yoksa seyircinin ısrarı mıydı onu anlamadım gerçi. Erdal Bey de geldiler konsere-ki kendisi hakkaten çok sevdiğimiz bir arkadaşımızdır- bol bol fotoğraf da çektiler, hatta bir ara üzüldüm, "yahu", dedim, "çocuk sürekli fotoğraf çekiyor, konserin tadını çıkarsaydı, yazıktır...". Kendisi ofişıl fotoğrafçımız gibi bir şey oldu ayaküstü, üzülmüyor değilim uğraşıyor diye ama pek de güzel çekiyor yahu. Bu da ben, Erdal'ın objektifinden.

Başka? Yarın okulum açılıyor. Yıldıran adlı, ismi pek iyi anılmayan bir hocanın dersi var. Bu arada Arda'ya poster yapmam lazım, ama hala başlamadım, belki birazdan eskizlerine başlarım. Fotoğraf çekmeye gideceğiz gibi yarın Erdal'la. Bir ara Çilekeş'e klip çekeceğiz, ama ben şu anda sadece tekrar ertelenmesini umut ediyorum, perşembeye mesela, zira çarşamba bütün gün dersim var. REM konseri git gide yaklaşmalarda, o da ayrı bir mutluluk. Her şey bir durgun ama her şey bir keyifli gibi, tarif edemedim, ama tuhaf bir şeyler var havada.

Ve son olarak, kuzenimin başından geçen olaydan bahsetmek istiyorum, çünkü hakkaten bir garip... En son lise birinci sınıfta "ciks", "alter" diye insanlara karşı önyargılı olmuş, sonra mantıklı düşünmeye çalışmış ve "yahu herkesin kendi tarzı, kişiliği var, bana neee" demiş ve mutlu yarınlara yelken açmıştım. Ancak benim zamanımda (teey tey ne günlerdi), bir tanışma aktivitesinde resim çizenlerden biri geyik çizdikten sonra o geyiği Abercrombie geyiği olduğunu iddia etmezdi. Dürüst olayım, o zamanlar Abercrombie bu kadar popüler değildi, ama ben Lacoste timsahı ya da Paul&Shark köpekbalığı çizen de görmedim.

Olay bu, kuzenimin sınıfında bir tanışma aktivitesi yapılıyor, gruplar var ve gruptaki her kişi grubun resmine bir şey çiziyor, bireysel olarak, sonra bir sonrakine veriyor kağıdı. Sonunda hoca çizilenlerden birini anlamıyor ve ne olduğunu soruyor. Abercrombie geyiğiymiş o, öyle diyor hanımkızımız.

Yazımı yeni lensim ve lensimle çektiğim oda arkadaşım Selin ile bitiriyorum; buyrunuz!:)

Hiç yorum yok: