10 Eylül 2008 Çarşamba

Hayatımızın bir döneminde sanırım hepimiz liseliydik... Hmmm...

Ama işte, işin kötüsü, o kadar uzak ki şu an liseli olmak.

Pazar geceki ani gaz patlaması sonucu kuzenimle sevgili lisemiz Bornova Anadolu Lisesi'ni bir açmaya karar verdik, ancak baktık açılışa yetişemiyoruz, dedik bari açılış sonrası bir ortamın nabzını tutalım, hocalarımıza el kol hareketleri yapalım, genç ve yeni öğrencileri dalga geçer gözlerle süzelim (adettendir). Neyse, ertesi sabah Renk'i çıkmadan 5 dakika önce uyandırdık ve yola çıktık...

Böylece lisemi ziyarete gittim, zaten kapıdan girdiğim anda "Lan? Lan? Niye mezun oldum lan? Ulaaan?" şeklinde içten içten dürtülmeye başladım. Bir fena duygu ki sormayın. Hele ki okulda tanıdık öğrenci kalmamış olması daha da fena. Zaten bizim nesilden kimseyi göremedim, bir alt nesilden vardı tanıdık birkaç kişi, ve geçen sene mezun olan, müzik topluluğundan tanıdığım insanlar... Ama okul üniforması içinde hiçbir tanıdık olmaması iğrenç işte. Dersi basmak istiyosun ama kimse seni tanımıyor. Kuzen ve arkadaşları girdiler birkaç derse, birkaç tanıdık falan gördüler, ben de öööyle takıldım işte.

Köşka uğradım, Emine Abla'yı gördüm hemen, sarıldım kendisine. Mezunlar derneği toplaşmış köşkte, bizi de aldılar toplantıya, neden buluşmalara gelmiyorsun yahu diye azar eylediler, hak verdim, tamam yahu gelicem dedim. Benim dersime girmeyen birkaç hoca "sen o derece yapan sarışın kızdın değil mi" dediler, utandım-ki burada utanmamın nedeni bir sürü derece yapan varken insanların onları unutup beni hatırlamasıdır, bu da hoşuma gitmemektedir, zira o kadar über bir derecem yoktu benim. Hatta bi b.ka yaramamıştı benim derecem:) -heh, aferim, oraya noktayı koyunca bok dememiş oldun di mi, salak seni.

Fatma Hocayı gördüm, en önemlisi. Bizim nesli ne kadar özlediğini anlattı (4 sene edebiyat derslerimize girdi kendisi bizim), kimsenin uğramadığını da. Orhan'ı sordu -bahsedilen Orhan lisedeki bilimum müzik faaliyetini geliştirdiğimiz bir nevi ortağımdır-, anlattım. Fatma Hoca da anlattı. Bilal Hoca'yı görmeye gittim sonra "bir neşe bir telaş" ama kendisi törenden sonra evine gitmiş, kafam 45 derece eğik geri döndüm.

H bloğu boyamışlar, öğretmenlere kafeterya gibi bir yer yapmışlar. Bu arada H blok adlı yer şu üstteki fotoğrafta, merdivenlerine oturduğumuz yer. İlk geldiğimiz sene bomboştu içi, üst katında bateri ve anfiler dururdu, bir nevi stüdyoydu yani. Öğle tatilinde lise ikiler, lise sonlar orayı stüdyo gibi kullanırdı. Sonra tamamen kapattılar, sonra zaten müzik odası yaptılar ayrı bir tane. H bloğu tekrar açıp içine sınıflar koydular, ama işte zıplayınca sallanan bir bina olduğu için yenilemişler kendisini. Arka tarafta, insanların eskiden saklanıp sigara içtiği yere çardak, yan tarafta, VIP terasının yanına nilüferli falan süs havuzu yapmışlar. Geri kalan her şey aynı ama hemen hemen. Çalışanlar, öğretmenler, üniformalar, öğrenciler arasındaki muhabbetler bile aynı. Hatta muhtemelen bu sene giren gençlerimizin sosyal bir topluluk olarak yaşadıkları, önceki nesillerden farklı olmayacak. Eskiden her nesli farklı görür, kendi neslimi, kendi arkadaşlarımı farklı bir kefeye koyardım, ama şimdi farkındayım ki detaylarda değişiklikler olsa da ana yapı aynı ve bu aynılık, bu rutin hoşuma bile gidiyor.

Düşünüyorum, liseyi özlüyor muyum? Özlüyorum tabii ki, ama problem daha farklı. Üniversiteyi bitirdiğimde de üniversiteyi özleyeceğim. Her şey bitecek ve ben her şeyi arkasından özleyeceğim. Problem bunun bilincinde olmak işte, durduramamak. Geri dönemeyeceğin bir gün olduğunun farkında olunca, düşünmesen bile, sonrasında sinirleniyorsun, yürüdüğün tüm yolları arkandan darmadağın ediyorlar gibi, yani bir şekilde geri dönüp yürüyebilsen bile bir şey kalmamış oluyor arkanda. Sanırım bu yüzden gerçekler ve yaşananlardansa, rüyaları ve hayalleri daha çok seviyorum.

Yaratılan ciddiyeti en kısa zamanda dağıtma notu: Bu arada fotokopi makinası olma isteğime annemden onay geldi. Yakın zamanda kafi toner ve kağıt stoğuyla, iyi bir maaşa bir ofiste fotokopi makineliğine başlıyorum.

Hiç yorum yok: