Henüz ismi bilinmeyen beste grubu diye birkaç yazı önce bahsetmiş olduğum insanlar toplandı, evet. Hem de İzmir'de, hem de Bostanlı ve Çeşme'de. Üşengeçliğimizden, gezentiliğimizden ve zaman zaman sıcaktan aslında çok bir ilerleme kaydedilememiş olsa da, iki şarkı tamamlandı, bir şarkı yarım gibicesine şu dakika. İstanbul'u bekliyoruz stüdyoya girmek için. Pek mutluyuz evet:)
Sonrasında Çeşme'ye giden gençlik bir köşeyi yurt bellemişti, çılgıncasına, çılgıncasına beste yapıyordu. Kumru ve karpuzla doyan, yöresel lezzetleri tadan söz konusu gençlik gecenin bir saatine kadar tıngırdamaya devam etti, çekinmedi. Zaten söz konusu bir saat de gerçekten saat bir idi, zira gençlik yol yorgunuydu ve gençliğin uykusu vardı.
Mutlu bir şekilde İzmir'e dönen insan topluluğu, İzmir'deki ilk gününü fotoğraf çekimine
ayırmamış değildi. Evet, onlar bir gruptu, ama hala grup fotoları yoktu. Gerçi o gün 15782 poz çekildikten sonra bu grup fotosu aşkı bitmeyecek, gençlerimiz her fırsatta, orda burda, habire fotoğraf çekilecekti. Ancak o gün, daha işin başıydı, kontrol hala elimizdeydi. Fallarla, fotoğraflarla ve -çok şaşıracaksınız ama- besteyle devam eden gün Ergin'in "ulan beni her sabah uyutmuyosunuz, ben de sizi gece uyutmıcam" şeklindeki isyanıyla sona erdi. Elbette bunda sıcağın da etkisi vardı, bir türlü doğru düzgün bir kayıt yapamamamızın da. Ama muhtemelen asıl neden intikamdı yine, zira tatilin her sabahı Deniz hanımla dokuz buçuk-on gibi kafasına dikilmiş, çok sesli Ergin şarkıları söylemiştik. Üstelik, kendi doğaçlama bestelerimizi icra ettiğimiz gibi (Ergiiin Ergiin Muraat Ergiiin Çiçeeek Böceeek Uyaaan Suşiii... gibi) çeşitli san'atçıların bestelerinı de "cover"lıyorduk (oooooooaaaiiiaa ergin, oba oba obaa, mas que Ergin... falan), hatta son sabah çeşitli koreografilerle de bu uyandırma servisimizi süslemiştik. Ama Ergin teşekkür edeceğine intikam alıyordu. Böyle bir insandı.
Son günümüz de pek bir gezmeli tozmalıydı efenim. Ayıptır söylemesi, gerçi niye ayıp olsun, Kemeraltı'nda, Konak Pier'de, Kordon'da ve hatta Kıbrıs Şehitleri'nde fink attık. Fink eylediğimiz her mekanın adının K ile başlamasının bir anlamı olmalı, ama bunu şifre çözücülere bırakıyorum, ve evet, ben aslında Buddha'nın torunuyum.
Her neyse. Gezdik, bira içtik, zırvaladık, vapura bindik ve eve geldik. Misafirlermiz ve larmız bavullarını toplayıp 11.35 otobüsüyle bize "baybay" dediler. Çok fazla saçmalayıp, çok fazla geyik yapıp, çok fazla dedikodu eyleyip çok çok fazla güldüğümüz bu tatilden geriye hala grubumuza isim bulamamış olmanın hüznü kaldı. Hüzün ne acaip kelime lan. İnsan kullanınca kendini şair hissediyo. Hüzün... Otobüs... Hüzünbaz... Kedinin hüznü... Vay be, sanırım kitap çıkarmalıyım. Biraz daha hüzün dersem Nobel bile alabilirim. Bir de tebessüm, bak, onda da aynı hava var..."Hüzünlü tebessüm..." İşte:
Ama bu daha eğlenceli:)
2 yorum:
benimle karşılaştığını niye yazmıyosun ibibik... bence en önemli olay oydu.. bu arada deniz birine benziyor ama çıkaramadım...
ahah unuttum lan. ne bileyim:)
ayrıca bence senle değil merveyle karşılaşmak daha önemliydi.
Yorum Gönder