Emir Bey bize kimi toplar atmış kendi blogundan, bize de elbet o topu göğüste yumuşatıp başka arkadaşa paslamalar yaraşır, zira bireysel oynamak kötüdür, futbol bir takım oyunudur. Konumuz itiraflar, evet, ama Yunanistan gibi bir konu da var elde, hayırlısı.
- Ahanda buradayım.
- Korktuğumu itiraf edebilirim sanırım en başta. Üç hafta önce "laylay loyloy Yunanistan'a gidiyorum, heyo" derken, 4-5 günde, telefonla konuştuğum sevgili Yunan feribot görevlisinin İngilizce bilmediğini fark edince paniklere gark oldum. "Yahu tek başıma gidiyorum, hadi Sakız tamam, Atina da tamam, turistik mekanlar bunlar, ama Kalavrita'ya nasıl gideceğim ben insanlarla anlaşamadan?" dedim kendime.
- Nitekim korktuğum başıma da geldi. Özellikle Kalavrita'ya geldiğimde kimselerin İngilizce bilmemesi büyük bir sorun haline geldi; otele sordum 'turistik' diye, onlarla da iletişemedim. Üstelik söz konusu İngilizce bilmeyenler şehirlerindeki üniversitenin yerini de bilmiyorlardı, daha doğrusu belki ben derdimi anlatabilsem anlayacaklar ve yardım edeceklerdi ama karşılıklı debelenip durduk. Neyse ki az İngilizce bilen bir hayırsever beni arabasıyla bıraktı (ve hayır, o da bilmiyordu, aradık bulduk).
- O değil Kalavrita'ya kadar kimseye sormadan geldim ya, evet itiraf ediyorum, egom bi şişti benim. Sonra otobüste bi iki saat uyuyunca düzeldi.
- Ayrıca ilk defa bu kadar turisttim, herkeste bir ilgilenme, bir memnun etmeye çalışma söz konusuydu yolculuk boyunca, ehah. Tabii şimdi nerde, Kalavrita'da exchange öğrenci konumundayım resmen. Hani siz hocanın dersi Türkçe anlatmasını istersiniz, ama sınıfta exchange öğrenci vardır ve sırf onun için hoca İngilizce anlatmaya çalışır ya-hah işte o nefret ettiğiniz exchange öğrenci benim. Ve hoca sırf benim için İngilizce anlattı. Vicdan azabı çekiyorum lan.
- Kalavrita demişken, Yunanların "Kalavrita" diye adlandırdığı bu kasaba Türk halkı tarafından "aaa itin götüne kasaba yapmışlar" şeklinde de tanımlanabilir. Kasaba güzel, kaldığım yer güzel, süper, tamam da, bu ne lan? Kasaba kuracak başka yer bulamadınız mı? (Not: burası kayak merkezi bu arada normalde).
- Kabul ediyorum; sigara acaip bir sosyalleşme aracı. İtiraf ediyorum; sigara içiyor olsaydım iki saatte kampın yarısıyla muhabbet kurmuştum. Ama ben ne yapıyorum, odama gidip blog yazıyorum. Aferin bana.
- Ha, bir de internet sahibi olan nadir odalardan birine sahibim. Niheheheheh...
- Bu da Vanessa, dünya tatlısı bir insan kendisi. Sağolsun, bana dönüşte Atina'da gezeceklerimden yiyeceklerime kadar her şeyi anlattı. 18 saatin 12sini yalnız geçirmememi sağladı. Yemedi yedirdi, içmedi içirdi. Ki bunları yapmasa da tatlılığından bir şey kaybetmezdi sanırım. Dönüşte uğrayayım bari yahu.
- İtiraf temasından biraz uzaklaşmış olsam da elimden geleni yaptım aslında, gerçekten. 10 dakika sonra yemeğe inmek gerekiyor, sonra bir konuşma, sonra da iki saat animasyon seyredicez, ehaha...
3 yorum:
aynı vicdan azabını ben de 2005'te yaşamıştım.
Bir de ufak bir şaşkınlık da eklenmişti ona, el kadar yunan çocuklarının çatır çatır ingilizce konuştuğunu görünce. Feribot görevlisinin ingilizce bilmemesi ilginçmiş tabi, şimdiye kadar avrupada gittiğim yerlerin hepsiyle karşılaştıracak olursam en fazla ingilizce konuşabilen insan yunanistan'da çıkmıştı çünkü...
Bende tam tersi oldu, yani gittiğimiz her yerde bir şekilde ingilizce iletişim kurabildik, ama burada durum fena. Atina'da konuşuyor tabii insanlar ama Kalavrita'da yok pek kimse.
selam et oralardan bizlere (ne demekse?)
Yorum Gönder