31 Aralık 2009 Perşembe

Her gün yılbaşı

Dün gece, Hülagü ve Üngör aileleri, biraz da deplasmandan gelen fertler nedeniyle (bkz. Berk ve ben) bir araya gelip yeni yılı kutladı. Hülagü malikanesinde gerçekleşen kutlamada, özenli bir şekilde hazırlanmış olan sofra takdir toplarken, şömine önü evin en popüler mekanı seçildi.


Bu toplaşmaya katılan aile üyelerini sayıyorum: Babaanne, anneanne, bir adet dayı, bir adet amca, iki adet yenge, üç adet kuzen, bir anne, bir baba, bir ben, bir de köpek.

O zaman pamuk helva...

Bir iki saat içinde, yeni yıla Seferihisar'da girmek amacıyla Meneviş Hanımların yanına, Tozak Han'a gidiyoruz. Orada da türlü eğlenceler bizi bekliyor sanırım. Haydi hayırlısı:)

28 Aralık 2009 Pazartesi

Grip


Hayır, grip değilim, sadece aklıma geldi, hojuma gitti, hazır ödevi de bitirdik, çizelim dedik. Gece gece gaza gelmek işte. Sıcak sıcak sunuyorum efendim, buyrun.

27 Aralık 2009 Pazar

(...) and paint the rainbow in graceful colors

Selin naber?

Bugün sürahimin içine düşmüş bir uğur böceğinin hayatını kurtardım sayın seyirciler. Sanırım çabamı görseniz gerçekten takdir ederdiniz. Kendisi eğer soğuktan donmadıysa şu anda evinde, ailesiyle mutlu mutlu takılıyor muhtemelen.

Onun dışında şu haftasonunu (yahut perşembeden bugüne, haftasonu olarak sayılabilecek zaman dilimini) nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Aniden insan içine düştüğümden olsa gerek, bir tuhaf geliyor. Taşoda konserleri geçti, 7pf2p geçti, bir sürü muhabbet geçti, genelde de güzel geçti aslen. Ama diyorum ya garip bir uyumsuz his var içimde.

Dönem sonları bir garip oleyor. Bunlar da bu haftasonuna dair iki mekandan kimi fotoğraflar, buyrun:


25 Aralık 2009 Cuma

Yeşil Otobüs

Stajın son günü, bir çılgınlık edip tıklım tıkış dolu olan 59A'ya binmişim, zaten otobüse girdiğimle kalıp herhangi bir ilerleme de kaydedememişim; şoförle yanyanayım. Hapşırdım.

-İyi yaşa
-(kulaklığı çıkar) Ha, ne?
-İYİ YAŞA DİYORUM
-Eheh, hep beraber.. (kulaklığı tak)
-Kulaklık çıktı mertlik bozuldu ya...
-(tekrar kulaklığı çıkar) Efendim?
-Kulaklık diyorum çıktı, mertlik bozuldu...
-Eheheh (muhabbet olasılığı üzerine ipodu kapat)
-Bir de yayalar var kulaklıkla gezen... Korna çalıyorsun çekilmiyor... İlla diyor gel beni dürt... Bir de yolun ortasından yürüyor...
-Ya, onlardan biri benim sanırım ehemehe...
-Ahaha, yalnız bir gün öyle yürürken bir yeşil arabaya binersin, ama o araba bu olmaz.


Ani gelen şu lafın içindeki belirgin zekaya mı hayran kalayım, sabah sabah felsefe yapan otobüs şoförüne mi, bilemedim. Hayır, bu konuşmanın devamında bir de "Zaten ne değerli arabaysa, herkes onun peşinden koşuyor" da dedi. Sonra bir durakta bütün yolcular indi, ben de arkaya ilerlemek zorunda kaldım.

22 Aralık 2009 Salı

Zenci


Zamanında CET360 dersinde yapmış olduğum bu güzide eseri, şimdi hazır yine aynı bilgisayardayken yayınlıyorum. Maksat eser unutulmasın, lab bilgisayarlarında kaybolmasın, tükenmesin...
Ayrıca yaşasın ms paint.

Otomobil dünyasına dair son dedikodular...

Uzun zamandır Lemur insanlarıyla "bir yerlere kaçacaktık", anjak "herkes" gelemediği için yapamıyorduk. Söz konusu insanları hiç evimde ağırlamamış olduğumu da düşününce (gerçi Deniz geldi çok kez), "E hadi gelin bana" demek farz olmuştu.

Ergin Beyler, 'stüdyoda çay saatini tek çeşit abur cuburla geçiştiremeyeceğimi, bu tarz numaralarını yemeyeceklerini' hatırlatınca ben de kendimi mutfağa adadım, ayıptır söylemesi bir patatesli tart, bir de portakallı-çikolata parçalı kek yaptım, sonra da yaptığım şeylerden çok onların primini yedim. Deniz Hanım'ın da getirdiği sigara börekleriyle çeşit sayısı üçe yükselmişti, daha ne olsundu.
Bu arada bunu da denedik, oldu lan...

Gecenin sonunda Uygar'a saygımızı yitirmiş, Ergin'i de gruptan atmaya karar vermiştik, ne yazık ki bu kararlar hava muhalefeti nedeniyle ertelendi. Zira Ergin gidebilmiş olsa da, fırtına nedeniyle Deniz ile Uygar geri dönmüşlerdi, ben ise gayet pijamalarımla, adeta bir teyze modunda salonda meyve soymaktaydım... Ama tabii ki bunun yerine hep beraber çekilmiş olduğumuz son fotoğrafı koyacaktım...


Dün ise Görkem'le büyük bir hevesle derslerimizi ayarlayıp Galip Hoca'yı görmeye gittik, ancak Galip Hoca öğleden sonra demesine rağmen sabahtan okula gidip geri bile dönmüştü. Yapacak bir şey olmadığından kelli, Emir ve Emre Beyler ve Ilgın Hanımlar ile manzarada çay içer bulduk kendimizi. Galip Hoca gelmedi, boynumuzu büküp derse döndük biz de....



Akşam babam geldi asıl, nasıl özlemişim anlatamam. TOSFED yemeğinde kavalyelik eyledim kendisine, bu sabah da gitti. Kafamda hala yılbaşı için İzmir'e gidip gitmemek var. Başka şeyler de var kafamda, onları çözmek için çaba sarf etmek zorundayım, ama bir çözüm görememekle beraber, çabayı anlamsız bulduğum bile söylenebilir şu an. Bir de çok açım be...

18 Aralık 2009 Cuma

Pilav yedim?

Hellö!
  • Merhaba sevgili blog, naber?
  • 6 günde toplam 20 saat uyumuşum, sorun değil. Benim salaklığım, kendi kaşınmam çoğu.
  • Onaylanan yüksek lisans tezlerini gördükçe bölümümden tiksindim be blög. Öyle bir tezle yüksek lisanstan mezun olmamalı insan. Demiyorum ki geçersiz say, onun yerine uzat yüksek lisansı, 2 sene yerine 3 senede bitirsin, ama düzgün bir tezle bitirsin. Belli etmiyorum, ama nefretle doluyum.
  • Gerçi iki gün önce son derece taze ve güçlü olan nefretim, sunum güzel geçince bi yumuşadı, bi yavşadı...
  • Salı günü aynı anda hem güzel, keyifli, hem de über salak bir gündü. Pilav yedim taş çıktı, yoğurt yedim yaş çıktı. Hayır, henüz bir kız sevmişliğim yok, ama ablasını tanıdıklarım var.
  • Kütüphane güzel bir yer.
  • Bana bir karton bardaktaki çayın, yere dikey olarak, hiç dökülmeden çat diye düşmesi ve burada oluşan etkiye tepki olarak suyun benim yüzüme kadar ulaşması ihtimalini açıklayın. "Ne var ki bunda?" diyenler için açıklayayım, yüzüme çay sıçramadı. Yüzüm çayla yıkandı, ön taraflara tekabül eden saçlar yapış yapış oldu falan. Ve ben çayın bardakta kalanını içebildim, bardak devrilmedi. Bu ne yahu?
  • Şimdi biraz canım sıkıldı, ve biraz zekam düşük şu ara, ama aslında güzel günler geçiriyorum ben. Hayat resmen bana güzel diyebilirim.
  • Biz Barış Hoca gördük!
  • Aaaa en önemlisi: Galip Tekin çıkmış, pazartesi okuldaymış, bizde resmen bir bayram havası...
  • Kuzenim geldi ve göremedim, resmen içime dert oldu.
  • Bugün Emir Beyler ile yemek müziği yabdık, hak ettiğimizden emin olmadığım iltifatlar aldık, Emir Bey'i bilmem, ben mutlu oldum. Sonra etrafı bir kolaçan etme amacıyla müzik kulübüne gittik-ki karaoke partisi vardı ve herkes bir ağızdan Sezen Aksu'nun bir şarkısını söylüyordu. Kimseyi tanımıyorduk, gençlik tepiniyordu, Kürşat'ı bulduk, bize Ferhant Göçer taklidi yaptı, kendimize geldik.
  • Çok uykum var. Bunlar da dünden iki adet fotoğraf:
  • Daha boş bloglar da yazabilirim. İnanıyorum kendime. İyi geceler.

11 Aralık 2009 Cuma

Got my feet on the ground

Sırf şunu dediği için Firefox'a inanılmaz sempati duydum ben:

"Açılmak istenen site isteğe cevap vermeyince, tarayıcı da beklemeyi bıraktı."
Ayrıca sırf sayfaya bağlanamadı diye "Böyle bir bağlantı yok!" diyen Chrome'a da,
suçu sayfaya atıyor diye kıl olmaya başladım.

Her neyse. Üç gündür şunları yaptım ben, gerçi hiçbiri içime sinmiş değil ama olsun.

1-"Başım ağrıyeee"




Dört gün aralıksız ve yoğun bir şekilde süren baş ağrısı festivalleri, dün gecenin geç saatlerinde müthiş bir törenle sona erdi. Alternatif sahnede yer alan aktivitelerden boyun ağrısı, diş ağrısı ve çene kilitlenmesi de seyircilere harika bir final yaşattı. Festivalin hemen ertesinde, festival komitesi başkanı Nil İpek Hülagü; "Halkımıza böyle bir festival sunduğumuz için çok mutluyuz, ama başınızın ağrımamasının ne kadar büyük bir nimet olduğunu bilemezsiniz." dedi.

Çok daha somut bir şey olacaktı bu, ama baktım ortaya dünyanın en gereksiz resmi çıkıyor, dur bakayım dedim, biraz el attım kendisine. Ve evet, aylardır kontrol ettiğim "kendini çizme içgüdüsü"nü artık serbest bırakmak zorunda kaldım.

2-"Hazır başım ağrımışken..."


Şunu fark ettim ki (gerçi daha önce de fark etmiştim), sümüklü böcek çizmeyi çok seviyorum. Buna ek olarak sırtımda yürüyen sümüklü böceklerin fikri de ek olarak hoşuma gitmiş. Bunların hepsi bir yana, her yağmurda mutlaka yanlışlıkla 2-3 sümüklü böcek eziyorum ve her seferinde ne kadar mutsuz olduğumu anlatamam. Çok fena.

Sonuç olarak şu abladan özendiğimi zaten inkar etmeyeceğim, o ablanın bu işi çok daha iyi yapmış olduğunu da kabul ediyorum. Ama, hani yarın öbür gün sorarlarsa "moleskine boyadın mı ki hiç sen, adam mısın sen?" diye, cevabım hazır en azından.

3-"Dev kedi"


Bu resim tamamlanmadı ve sanırım hiçbir zaman da tamamlanmayacak. Çünkü bir sorun var renklendirmesinde ve çözemiyorum, bir türlü istediğim gibi olmuyor. Yine de şu üçü arasında en çok içime sinen bu diyebilirim. Ayrıca kedilerin parmak görünce burunlarını sürtmesi dışında açıklaması en zor resim de bu galiba.

4-"Aslında bi şeyler var ama?!" -yoğun istek üzerine


Emir Bey'in de blogunda bahsettiği gibi, salı günü bir takım videosal kayıtlarda bulunduk, neden diye sormayın, anlık gazlar silsilesi sonucu oldu bir şeyler. Aslında benim bir haber spikeri ciddiyetinde geri vokal yaptığım, melodinin ortasında nefesim bittikçe "hııııııııınnnggh" şeklinde burnumu çektiğim, Emir Bey'in de aynı anda hem x, hem y, hem de z eksenlerinde çılgınca sallandığı videoyu buraya koymak isterdim. Koyamadım, internetim yamuk, iki dakikada bir düşüyorum -ki sanırım hepimiz için en hayırlısı bu, ahahahah:)

~

Neyse, özgüven düşmanı bu dört aktiviteden sonra ego patlaması yaratan olaya gelelim.
Buyrunuz, hazır hava atma şansım var:

Çok değişik hissiyatlar içindeyim, bi işe yarayacak mı o bile bir muamma. Ama Görkem benden de iyi bir sonuç aldı ki o süper. Cidden süper. Hatta ona daha çok sevinmiş olabilirim.

7 Aralık 2009 Pazartesi

Öeh



Nasıl bir kafa yahu bu?
Ben de istiyorum aynı kafadan...

6 Aralık 2009 Pazar

καλός, καλός*

*Kala, kala. İyi, iyi. Google translate bu şekilde yazıldığını söylüyor. Kalavrita'nın ilk dört harfi ayrıca, ama bu şekilde yazılmıyor tabii. Neyse, konu o değil.

İki hafta önce Ersi bir mail yazmış bana, ki kendisi Kalavrita'daki renklendirme hocamız olmakla kalmaz, tanıdığım en iyi öğretmenler sıralamasında üstlerde yer alır. Bizim bu hatunun dersinden çıkamayıp akşam yemeğini kaçırmışlığımız vardır misal, o kadar keyiflidir. İşin ilginç yanı, onun ilk öğrencileriydik lan biz.
Doğan, Ersi ve tanımadığım bir adam.

Maltepe Üniversitesi Animation Celebration adı ile Animartvari bir etkinlik düzenliyormuş, bu etkinlik bünyesinde de Ersi Spathopoulou, Fernando Galrito gibi Animart'ta ders veren ekip yine ders veriyormuş. Hatta gelenek bozulmasın, animasyon festivalleri hep itin g.tünde yapılsın diye dersler de Maltepe Üniversitesi'nde olacakmış.

Bu cuma işte, Yunanistan'dan gelen öğrencilerle de tam anlamıyla mini bir Kalavrita haline getirilen Maltepe Üniversitesi'ne özellikle Ersi'yi görmeye gittim. Çok acaip lan. Yani rüya gibi bir on gün yaşıyorsunuz ve o on günün bazı kahramanlarını farklı bir ortamda tekrar görüyorsunuz falan. Bilmiyorum, inanılmaz mutlu oldum ben.

Sonra da Yora konserine doğru yola çıktım efenim, 125 kuzu kuzu beklerken 110un inatla olmamasına sinirlendim, sonra otobüste uyuyup rüyamda otobüs saatlerini birbirine diktim. Saçmalama konusunda sınır tanımıyorum.

Yora ne güzeldi yahu. Sanırım seyrettiğim en keyifli Yora konseriydi diyebilirim. Çok dürüstçe söylüyorum bunu.

O değil de ekşi kivi çok kötü bi şey be...