6 Kasım 2008 Perşembe

Bulutlu hava iyidir.

Bu yazıya, henüz ismi bilinmeyen beste grubumuzun bateristi Ergin'in lafıyla başlamak istiyorum; "Neüüüeee, kim kime yazmııııığğğş?!". Başladım. Biraz kassak albüm çıkaracağız, önce bunu söyleyeyim, nasıl beste biriktirdiysek şu güne kadar. Benim eski bestelere de baktık, yahu sakin sakin söylediğim şarkılardı, elime elektro gitarı alınca birden grunge oldular, jın jın jın çaldıkça gaza geldik, ben mikrofona bağırıyorum, Ergin altoya abanıyor falan. Deniz bir şey yapamıyor o esnada, sınavda çünkü, o soru çözüyor-lan inşallah iyi geçmiştir. Sonuç olarak, bizim için iki hafta içinde alabileceğimiz basit bir kayıt, ve buna ek olarak sizin için de msnde tarafımdan "hüeaa bak bu bizim yeni kayıt haeaa beste höeeaa" şeklinde kilitlenmeniz ön görülüyor. Ay lav ye.

Dün iki haftadır Galip Hoca'nın dersinin iptal olmasının hüznüyle Emir Bey ile Taksim'e aktık. Dorm önünde beni beklerken çok hüzünbazdı halbuki ama bu resminde daha bir sinirli, neden bilmem. Yolda "derstehepportreçizençocuk" adlı arkadaşımızı gördük, zorla selam verdirdik bize, sonra kitledik kendisini. Hüzün çok acaip bi şey. Galip Tekin'i de aramadık yahu aramak lazım. Neyse, Taksim'e uçtuk, dedik bir çay bir kahve içelim, içtik de nitekim. Türk popunun gidişatını irdeledik, Türk rokunun (kehkeh) gidişatına da bir göz kırptık. Çok uzun oturamadık, nitekim benim IAF'a gitmem lazım idi, ancak yandaki kiliseyi gezememek içime oturdu yahu, tadilat da neymiş. Ek olarak, demek istiyorum ki çifte pusu kuruldu, yetişin halil vuruldu (daranam daranaranaram)...

Şu blogu yazarken bana bakan Emir Bey'in fotoğrafını bir yana bırakarak IAF üzerinden devam ediyorum. Gerçi fotoğraf çekecektim orada da, ama unuttum, ya da vakit olmadı. Çin büfe sağolsun, güzel yemekler yedik, yine animasyonları ve altyazılarını arşivledim, yine animasyonlardan karelere baktım, mutlu oldum... Arşivleme olayını bitirdiğimi sanıyorduk ki meğer bitmemiş, sağlık olsun dedik, sonra hallederiz dedik, çıktık ofisten, Taksim'e, otobüs durağına yöneldik...

Burada bir açıklama yapayım. Lise hayatımda çok önemli yer kaplayan birkaç arkadaşım vardır benim, yani herkesin vardır böyle sayıca az insanı çevresinde. Pelin, Selin, Bahar, sınıf arkadaşlarımdı, her anımı onlarla geçiriyordum zaten ve zamanın 80%i sadece gülmekten ibaretti. Orhan vardı, okuldaki bilimum müzik işini beraber yapardık, aynı zamanda iyi dostumdu. Büyük sınıflardan vardı, ama onlar zaten mezun oldukları için okul hayatımda çok yer almadılar, Ayhan'ı sayabilirim onlar arasından da bir tek. Ve bütün bunlara ek olarak her sabah ve akşam, okula beraber gidip geldiğim Oğulcan vardı, en büyük sırdaşım, hani kimseye anlatmadıklarımızı birbirimize anlatırdık, zaten sanırım bunu rol bellediğimiz için birbirimizle ilgili anlatacak çok şeyimiz de yoktu, yani über bir vakit geçirme söz konusu değildi. Sadece konuşurduk, dalga geçerdik, gülerdik, anlatırdık, bıdır bıdır bıdır.

Şimdi ben genel olarak vefasız bir insanım, bu kötü bir şey, buna ek olarak bu vefasızlığın nedeni sanırım arkadaşı ait olduğu zamanda bırakıp gitmekten kaynaklanıyor. Yani, bu olayda örnek vermek gerekirse, "Oğulcan lisedeyken arkadaşımdı, hala arkadaşım, ama liseye ait bir anı ve orada kalsın." gibi. Demiştim ya, yürüyüp gidiyorsun ve arkandan her şeyi dağıtıyorlar, dolayısıyla bir şekilde geri dönebilsen bile hiçbir şey bulamayacaksın-ahanda o hesap. Lisedeki insanı lisedeki anılarıyla hatırlamak gibi bir tercihim var sanırım, ama bu vefasızlığımı açıklamaz.

Sonuç; ben Oğulcan gördüm! Ulan, böyle bir mutluluk olamaz. Hadi bir şeyler içelim deyip kendimizi Küçük Beyoğlu'na attık, yine anlattık da anlattık, yine güldük, ben çok konuştuğumu hissedip sustum, o anlattı, sonra o çok konuştum deyip sustu ben anlattım... Tuhaf, lisedeki halimizden çok uzak bir şey vardı masada, vefasızlık nedeni olan işte, ama çok da umrumda değildi o an. Canım ulen. Özlemişim.

Her şeyin aynı şekilde kalmayacağını, ama her şeyin aynı şekilde değişim gösterdiğini, ve bunun gibi bir sürü gereksiz, klişe ama karizmatik cümleyi kendime kabul ettirebilmem lazım.



Not: Evet, pembe sevmeyen bir insan olarak neden inatla pembe şablon kullandığımı sorguladım ve temayı değiştirdim. Evet, eskisi kadar neşeli değil, ama neşeli olanlar çok göz yorucu, güzel olanlar da çok neşesiz olduğu için en ara yol bu gibiydi. Bana şablon bulun lan kısaca. Böyle de kalabilir gerçi ama olsun...

2 yorum:

Emir Bey dedi ki...

portreçizençocuğu çok fena kilitledik ona hâlâ üzgünüm, bir de fotoğraftaki ışık sevdiğim tipteki yarım bir ışık elinize sağlık, katalog çekimleri içinse her daim beklerim =)

Erdal Mahir Cüran dedi ki...

fotoğraflar çok güzel olmuş bunda.. pek bi beğendim.. yeni dizayn da hayırlara vesile olsun işalla..