23 Kasım 2011 Çarşamba

Taze tuzlu yer fıstığı

Uludağ Gazozlarında gizli hüznü görebiliyor musunuz? Arkada da güneş batıyor falan...


Bir şeyleri anlatmak, ya da en azından anlatabilmiş hissetmek konusunda sıkıntılıyım. Az çok hepimiz aynı durumlardan, aynı duygulardan bir şekilde geçtiğimiz için zaten yeni bir şey söyleyemiyorum. Bu "yeni bir şey söyleme" takıntısı ne zaman oluştu onu da bilmiyorum. Çünkü bir şeyleri anlatmanın 3 yolunu görüyorum ve fark etmeden ikinci yola baş koymak beni ölesiye korkutuyor.

Yani diyeceğim o ki, bir şeyi en basit ve düz şekliyle anlatabilirim (1), klişelere sığınabilirim (2), farklı bir şekilde anlatmaya çalışabilirim (3). 1 ve 3 dikkatsizlik eseri anında 2ye dönüşebiliyor, ve 2ye dönüştüğü anda enfes bir yanılgı başlıyor, zira insanlar aslında klişeleri çok seviyor, insanlar sevdikçe siz de "vay anasını iyi yazmışım" deyiveriyorsunuz. BEN BU KORKU YÜZÜNDEN YILLARDIR GÖNÜL RAHATLIĞIYLA BUNALIMIMI YAŞAYAMIYORUM DOSTLAR...

Bu takıntının içine düşüldüğü anda şarkı sözlerini daha dikkatli dinlemeye başlıyorsunuz, sonra komik şarkı sözlerine, sırf durumu farklı bir şekilde ya da tamamen olduğu gibi anlattığı için aşık oluyorsunuz. Diyorum ya, bunalımlar klişeye, ve bu klişe içinde kendini orjinal hissetmeye çekiyor insanı, o yüzden her türlü bunalımdan kaçmaya çalışıyorsunuz.

Ama işte, insanın bunalmaya da ihtiyacı var. Hayır, mutlu anlarının değerini anlamak için değil, bizzat bunalımın kendisine, bunalım olduğu için ihtiyacı var -ki kesinlikle burada bahsettiğim klinik depresyon değil, bildiğimiz, günlük, ufak bunalımlar. Bilmem bunda bize aktarılmış olan "bunalım olmanın çekiciliği", "allahım ne kadar sıkıntılıyım", "vay efendim hayat çok boş karizması" fikirlerinin etkisi var mı, mutlaka vardır, belki de sadece kendimizi daha "özel" ve daha karizmatik, ya da daha "izlenebilir" hissetmek için ihtiyaç duyuyoruzdur.

Bu arada aslında benim anlatacağım bu değildi, ve konu nasıl buraya geldi hiç bilemedim şimdi. Ne güzel lay lay loy loy gidiyorduk aslında. Sanırım her şey üç büyük bardak yeşil çayı iki saatte içmenin çarpıntı yaptığını anlamamla başladı, ipodun hayatımıza kattığı "soundtrack" özelliğiyle devam etti. Aniden kendimi parkın ortasında durmuş, kuru yapraklara bakarken buldum.

Yanlış giden bir şey var mı, hayır yok. Sadece iki gram zorlukla karşılaşınca en sevdiğim şey yaptığım (ya da duruma göre yapamadığım) şeyi sorgulamak. Aniden aslında hiçbir şey öğrenemediğim, çalıştığım halde başaramadığım, anlamsız bir şeyin peşinde koştuğum gibi fikirlere boğuldum. Sırf girebildiğim için bir üniversiteye girmek, sırf akademik anlamda yapabileceğim için, yazık olmasın diye bir şeyleri yarım yamalak götüreceğim bir bölümde devam etmek içime oturdu. Bari dedim keyif aldığım başka bir şey yapsaydım, onları da yapabiliyordum?

Sonra başka biri çıkıverdi içimden (şimdilik adı Salih olsun), dedi ki, "Salak?". Dedim "Efendim Samet?". "Adım Salih benim." "Pardon abi..."

Dedi ki, "Benim salak kardeşim, sen psikolojiyi de okumaktan keyif alıyorsun. Eğer aklından geçirdiğin, ama dile getirme hakkını kendinde görmediğin, o sanat, o müzik, onları okusaydın, onlarda da zorlanacaktın, hep aklında bir diğeri olacaktı, ve onları da yarım yamalak, idare ettiği kadar yapacaktın. Yaptığın şeyden sıkılacaktın."

Sonra dedi ki, "Hadi şimdi adım Nesligül olsun, ve başka şeyler söyleyeyim sana. Senin sorunun şu an fazla odaklanmış olman. Çaresiz ve boş hissetmenin, bedenen bulunduğun yeri uzaktan izlemenin nedeni de bu. Ama şu an yapabileceğin bir şey yok bir yandan. Yapabileceklerini de sen istemiyorsun. Şu ana kadar hiçbir şeyi zorlamadın, hiçbir şeyin peşinden çok koşmadın. Şimdi de yapmaktan kaçıyorsun. Hep kaçacaksın, bilmiyor musun, biliyorsun."

"O yüzden" dedi, artık adı Hami'ydi, "sadece rahatlamaya çalış. Değiştiremediğin noktalarda havaya bak, ya da yere, insanlar hep bir şeyler düşürür, sen de onları bulursun, bundan mutlu ol."

Yok, hayır, iyi hissetmedim. Biraz daha kuru yapraklara bakıp kütüphaneye geçtim. Dönüşte Tenacious D'nin binlerce kez dinlediğim Government Totally Sucks adlı şarkısı getirdi beni kendime. Biraz fazla gülmüş olabilirim gerçi...


Dipnot: Buradan, benimle aynı anda, benzer sıkıntılar yaşayan herkese selam eder, birebir paralel bunalımlar yaşadığımız sevgili Ali Bey'e şarkılar türküler gönderirim...

Hiç yorum yok: