4 Ekim 2011 Salı

Nocturne

Gezmeyi pek sevsem de, oturduğum yerden kalkma bölümü beni biraz zorluyor hep, bu durumumu "Ooo, Maastricht tam da Avrupa'nın göbeğinde, şimdi ne biçim gezersin sen" diye içinden geçiren tüm gönül dostlarına armağan ediyorum. Yine de belirtmek isterim ki, beraber bit pazarı bulmak için Allah babanın unuttuğu yerlere gelebilen, muhabbetin %80ini gülüşmelerin oluşturduğu Raquel gibi gençler olunca odadan çıkmak daha kolay oluyor. Buna bir de "NE, DÖRT GÜN TATİLİM VARSA BİR YERLERE GİTMELİYİM" gazından sonra, gitmeye üşenilmeyecek bir yer bulamamanın hayalkırıklığı da eklenince günübirlik geziler kaçınılmaz oluyor.

(Bu uzun ve açıklayıcı paragraf sonrası "İyi de nereye gittin dost?" dediğinizi duymaz gibiyim... Niye sormuyorsunuz lan?)

Gelişen bir takım olaylar sonucu Raquel Hanım ile kendimizi Belçika sınırları içindeki Liege'e gitmek üzere tren istasyonunda bulduk, planımıza göre tren yoluna oldukça yakın gözüken bit pazarına gidecek, biraz ıvır zıvır karıştıracak, biraz fotoğraf çekecek, sonra şehir merkezine geçip çok geç olmadan sevgili şehrimiz Maastricht'e geri dönecektik. Planda olmayan kısım, bizim Maastricht haritasına alışık bünyeler olarak her yeri dümdüz ve yakın zannediyor olmamızdı; zira bit pazarı uzakta olmakla kalmıyor, bir de bizi ruhsal keşiflere zorlayan bir takım uzun ve dik yokuşların sonunda bulunuyordu. Neyse ki bit pazarına inancımızı o kadar kaybetmiştik ki, söz konusu pazarın dandikliği bile pazarın gerçekten var olmasından duyduğumuz sevinci gölgelemedi.


Ivır zıvır seven bir insanım. Allah kahretmesin ki hayatım ıvırlar ve zıvırlarla geçiyor. Nitekim bit pazarında akordeon bulunca almak farz oluyor ("Çalarım ki ben bunu?"). Eğer gerçekten iyi bir çocuk olursanız, yazının sonunda akordeonla ilgili bir açıklama sizi bekliyor...


Liege'e gelince, kendisi orada burada yazılanlardan okuduğum kadarıyla pek özellikli bulunmayan, pek sevilmeyen bir şehirmiş. O sevmeyenlerin hepsinin alnını karışlarım. Ama alın karışlama bölümünden önce çok kısa ve madde madde bilgi vereyim ki, olur da Maastricht'ten gitmeye kalkan olursa az çok neyle karşılaşacağını bilsin.

  • Liege tam bir İstanbul, büyüklük olarak değil, ama yapı olarak. Tarihi dokuyu ve o dokunun yaşatıldığını hissediyorsunuz, ama modern yapı ile tarihi yapılar şehirde iç içe geçmiş durumda. Yani Maastricht'teki tek tip evlerden sonra, ve ülkemi de az çok özlediğim anlarda Liege'de bulunmam fazlasıyla iyi geldi diyebilirim. Hayır, temiz bir şehir değil, planlı programlı değil, her an her şeyin olabileceği, doğal bir şehir. Doğal, evet.
  • Maastricht'ten Liege'e gidiş-geliş oldukça ekonomik. Günübirlik geziler için oldukça hoş o nedenle. 
  • İnsanların çoğu İngilizce bilmiyor. Ben nedense İngilizce bilinmeyen yerleri daha çok seviyorum sanırım, ama Fransızca ya da Flamanca bilmiyorsanız gerçekten işiniz zor. Zira Liege sakinleri inanılmaz yardımsever, yardım etmek için her şeyi yapıyor, ama sizin Fransızca anlamadığınızı hiç hesaba katmayarak sizinle Fransızca konuşuyorlar. O noktada ben ortaokul Fransızcama sarıldım az çok. Bu da böyle bir uyarı.
  • Ekim ayı boyunca ana tren istasyonuna yakın bir  noktadan şehir merkezine giden bir yol tamamen fuar zımbırtılarıyla, tüfekle hedef vurma oyunlarıyla, pamuk şekerlerle, saçma sapan bilimum şeyle dolu oluyor. Ödüller baya iddialı, ama yeterince öğrenciyseniz pek ilgilenmiyorsunuz, sadece içinden geçmek eğlenceli oluyor...
 
  • Cumartesi günkü bit pazarına gitmeyin, gerçekten değmez. Bit pazarı istiyorsanız cuma günküne gidin. Ben daha gitmedim ama gitmek lazım. Bir de pazarları La Batte adında panayırvari ortamlar söz konusu.
  • Gitmeden önce mümkünse gitmeyi düşündüğünüz günlerde neler olduğuna bakın, gününüzü ona göre ayarlayın. Bu çok basit gibi geliyor, ama biz planlı gittiğimiz halde gittiğimiz günün "Nocturne" olduğunu bilmiyorduk-ki kaçırmak yazık olurmuş. 400 basamak tamamen mumlarla süsleniyor, ve size de olayın bu olduğu söyleniyor, ama değil, o 400 basamağa giden ve çevresindeki ara meydanlara çıkan yollar mumlarla aydınlatılıyor. Sokaklarda barbeküler kuruluyor, sokakta içki satılıyor, daracık sokaklara girerseniz (az önce lafı geçen) minik meydanlara (avlu da denebilir) çıkıyorsunuz ve o minik meydanlara açılan evleri görüyor, onlardan yiyecek içecek alıyor, hatta bahçelerine oturuyorsunuz (ki söz konusu evler inanılmaz güzel), farklı tarzlarda minik konserlere denk geliyorsunuz. Herkes sokakta, herkes keyifli, resmen Maastricht'e dönmek istemiyorsunuz.
  • "Aa market varmış, dur bir şeyler alayım da açlığımı bastırsın" diye Carrefour'a girmeyin. Pahalı. Albert Heijn'den daha pahalı, öyle diyeyim.
  • Belki ben abartıyorum, ya da heykelle saçma sapan bir bağ kurdum, ama aşağıda gördüğünüz Lucifer heykeli uzun zamandır gördüğüm en güzel ve etkileyici heykel olabilir. Kendisi katedralin içinde bulunuyor ve aslında çok bir özelliği yok, zira Raquel'in söylediğine göre Belçika'daki başka kilise ve katedrallerde de aynısı mevcut. Ama çok güzel. Zaten Katedral de güzel.

  • Merkezden ana istasyona gitmeyi Şişli'den ya da Taksim'den Sirkeci'ye gitmek gibi düşünün, hem muhit olarak hem de uzaklık olarak. O yüzden tren saatlerine dikkat edin, ona dikkat ettikten sonra bir de normal saatinize dikkat edin ki bizim gibi saçma sapan koşturmak zorunda kalmayın.
Diyeceğim o ki Liege çok sevdiğimiz, fazlasıyla doğal, kendi halinde bir şehir. Buraya kadar okumuş güzel insanlara ise şöyle bir hediyem var akordeonla ilgili-evet, aldığımın ertesi gününü akordeonu çözmekle geçirdim...



 

Dipnot: Çatır çutur duyduğunuz sesler akordeonun tuşlarına bastıkça çıkan sesler. Kulağınızı paralamasın diye tek tek frekanslarıyla oynadım, değerimi bilin. Laptop mikrofonuyla, olduğu kadar...
Dipnot 2: RSSte gözükmüyor, daha da iyi bir insan olup ayrı sayfada açmanız gerekebilir. Bunu yapmak istemezseniz de sizi sevmeyecek değilim...

3 yorum:

ine dedi ki...

ama çok güzel olmuuş :) o akordiyonu bulmana-almana çok sevindim.

k dedi ki...

o akordeon mu cok kucuk yoksa siz mi cok buyuksunuz? (burada iri de diyebilirdim; ama icimden gelmedi(:)

eger su sarkiyi calabilirim diyorsaniz onunuzde saygiyla egilir ve hatta bir bira bile ismarlayabilirim (brugse zot, duvel ya da trappist ne isterseniz).

aha da linki:
http://www.youtube.com/watch?v=FiJ98czAV-o

operadaki fantom dedi ki...

ine: Eheh, teşekkür ederim. Ben de çok sevindim o akordeona tahmin edeceğin üzere:)

k: "challenge accepted" demek isterdim, ama hem akordeon küçük (ya da ben iriyim), hem de 2-3 tuşu çalışmıyor. O nedenle yapabileceğim müzik biraz sınırlı:)

Evet, bedava kahve kazanmak için her türlü şebekliği yapmış olabilirim, ama bira için bozuk akordeonla ispanyolca şarkı çalıp söylemek biraz zorlayabilir...