21 Haziran 2011 Salı

Badanacılar Kralı

Daha önce de, mandolinle ilgili konuşurken (evet, biz sık sık arkadaşlarla bir araya gelir ve mandolin konuşuruz) ergenliğin getirdiği "eşyalarımı boyayayım", "orasına burasına bir şeyler çizeyim" yahut "dur şuraya bir şarkı sözü yazayım" psikolojisinden bahsetmiştim. Evet, içimde hala biraz ergenlik taşıyorum, ama yıllar önce çok daha ergendim sayın seyirciler. Öyle ki bu ergenlikle gelen "yazlıktaki odamın duvarlarını kendim boyayayım" hevesi, tembellikle birleşince ortaya uçuk yeşil ve kötü boyanmış bir oda çıkmıştı:


Fotoğrafta güzel çıkmış olsa da aslen oldukça alacalı bulacalı, tatsız bir yeşile sahip duvarlarım bugüne kadar varlığını korumuş, kendini bu şekilde sevdirmişti. Kendimi "böyle de güzel ki zaten böyle istemiştim ben evet evet fırça izleri enfes bohem" gibi kelimelerle avuttuğumu inkar etmiyorum bu noktada, ancak şu ana kadar bu yapısını korumuş olmasını daha çok tembelliğime veriyorum.

Ha derseniz nasıl oldu da gaza geldin? Hiçbir fikrim yok, aniden odamı boyamam gerektiğine ve bir haftasonumu buna ayırmanın mantıklı olacağına karar verdim. Böylece, cumartesi günümü odayı beyaza boyamakla, pazar günümü ise bazı duvarları maviye boyamakla geçirdim.

Ve bu fotoğrafı anneannem çekti. Evet, kafamdaki bir şort, saçıma boya gelmesin diye bulabildiğim en mantıklı "şey".


Karşınızda Hülagü Alaçatı Butik Hotel'in tek kişilik odası. Sabahları köy kahvaltısıyla güne başlayabilir, otelimize yalnızca 10 dakika uzaklıktaki sörf alanında rüzgarla dans edebilir, akşamları Alaçatı'nın taş kaldırımlarında yürüyüp, misafirperver insanımızın sohbeti eşliğinde doğal limonatanızı yudumlayabilirsiniz.


Yarı alakalı dipnot: Küçükken taş toplamayı, onları renklerine ve büyüklüklerine göre ayırmayı çok severdim. İyi bir koleksiyoncuydum; çok taş toplardım, kötü bir koleksiyoncuydum; erken pes ettim. Ancak topladığım sevgili taşlarıma da kıyamadım ve hepsini bir ayakkabı kutusuna koyup yıllar önce Çeşme'deki odama yerleştirdim.

Problem tuz hamurundan yaptığım heykelleri de aynı kutuya koymam, ve tuz hamurunun un-su-tuz üçlüsünden oluşan bir "hamur" olması nedeniyle böceklenmesiyle ortaya çıktı. "Hazır odayı boyadım, dur biraz da temizlik yapayım" derken fark ettim ki sevgili ve çeşitli bir takım böcekler kutunun içine bir ekosistem kurmuş. Hamurun parçalanmasıyla toprak/kum elde eden böcekler, enfes yuvalar kurmuş, bir deniz minaresini mezarlık ilan ederek ölülerini oraya taşımış, üstelik ne salgıladılar ya da ne yaptılarsa, taşları ve kumları birbirine yapıştırmak suretiyle sağlam duvarlar/çatılar oluşturmuş. Kurtarabildiğim kadar taşı kurtardım, bir kısmı kutunun içinden çıkmadı, ben de böcekleri rahatsız etmek istemedim.

Kutuyu evin önündeki toprak alana, hem kutunun eriyebileceği, hem de böceklerin ortamları bozulmadan doğaya dönebilecekleri bir yere bıraktım.

3 yorum:

Emir Bey dedi ki...

öyle bir kutuya denk gelsem ağlardım, "yunan adası pansiyon odası" konseptli oda boyama çalışman da çok havalı =)

operadaki fantom dedi ki...

ağlanacak bir şey yok a canım, böcek dediğimiz hamamböceği değil de daha minik "böceklenme" böcekleri. bir de birkaç güvemsi şey. bir de karıncalar vardı. yani çeşit boldu ama boyutlar küçüktü:)

Sel dedi ki...

Aklıma Simpsons'ın bir bölümünü getirdi bu kutu hadisesi. Niye attın olm? Tanrıları olacaktın ne güzel hehe.

Ayrıca tam bir gezginsin, İstanbul'dan, Bostanlı'dan, Çeşme'den çıkabilitelerine hayranım. :)