29 Ekim 2010 Cuma

Hayata dair bir takım buluntular

Her 80sonu doğan genç gibi, benim de en büyük prim kaynağım yer yer doksanlardan, yer yer 2000 başlarından bahsetmek, o zamanın televizyon programlarını, çizgi filmlerini, oyunlarını övmek de övmek, belki biraz dalga geçmek. Ha, en büyük prim kaynağım buyken inatla 90lar partilerine gitmiyor, oralarda 90lar Türk popu ile eğlenmiyor olmam benim tembelliğim, benim nemrutluğum, suratsızlığım.

Tüm bu hareketsizlik içinde odamda zaman dilimlerine özgü ganimetler bulunca delicesine mutlu olacak kadar da tutarsızım işte.

Ganimet no-1: Fotoğraf Albümü
Seri no: od89-95-h.
Açıklama: 89-95 yılları arasında çekilmiş bir takım fotoğrafları kapsayan bir fotoğraf albümü. Çekmecenin derinliklerinden çıktı. Muhtemelen 7-8 yaşındayken seçtiğim fotoğraflarla doldurduğum bir albüm kendisi, nasıl bir hevesle doldurduğumu hatırlıyorum da, sonrasında albümü ne yaptığımı hatırlamıyorum. Bir köşeye koymuşum herhalde...

Ganimet no-2: Nintendo Game Boy ve Pokemon kasedi
Seri no: od95-02-ı
Açıklama: Aslında bu Game Boy benim değil. Benim hiç Game Boy'um olmadı. Daha doğrusu çevremdeki insanlardan hep özendiğim halde hiçbir zaman ailemden istemeye cesaretim olmadı, çünkü bir süre oynayıp sıkılacağımı, yeni oyunları da takip etmeyeceğimi biliyordum. Yani elde edince kendisine olan hoşlanma halimin biteceğini bildiğim, uzaktan beğendiğim yakışıklı idi Game Boy (ismi de biraz çirkin oldu böyle bahsedince)

Ama kader kendisini karşıma gerçek bir okul müdürü olan annemin odasında çıkardı; öğrencilerden biri okula getirmişti, muhtemelen derste de oynamaya kalkmıştı, ve Game Boy, kendisine daha sonra verilmek üzere elinden alınmıştı. Ancak öğrenci Game Boy'u bırakmıştı, odaya her gittiğimde o oradaydı, 1 yıl geçti, 2 yıl geçti, 3 yıl geçti, öğrenci oyuncağını almıyordu. Belki de onu bir bilgisayarla, Pokemon'u ise Counter Strike'la aldatıyordu, ona ihtiyacı kalmamıştı...

O zaman neden ben el koymayayımdı ki?...

Dipnot:
Eğer annemin odasındaki tasolara da el koysaydım şu anda nefis ve atmaya kıyamadığım bir taso koleksiyonum olacaktı. Yabamadım, onları hep geri aldılar.

Ganimet no-3: Sony Walkman
Seri no: od00-03-e
Açıklama: Aslında bu Walkman de benim değil. Üstelik benim delicesine kullandığım bir walkman vardı, ama bu değil işte. Bu kırmızı, rengiyle mest eden Walkman, ortaokuldaki Kuşadası gezisi sonrası, eve geldiğimde çantamdan çıkmıştı. Kimin olabilirdi? Oda arkadaşım Ekin'i hiç walkman dinlerken görmemiştim, hem kaybetmiş olsa mutlaka bana söylerdi. Beraber gezdiğimiz arkadaşları düşündüm, onların da olamazdı. Kırmızı walkman gizemini koruyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum, kenara koyup sahibinin çıkmasını, en azından sınıfta birinin "Ben walkmanimi kaybettim gezide, bulan var mı?" demesini bekledim. "Ben bir walkman buldum kaybeden var mı?" diye sordum. Kimsenin sesi çıkmadı. Ben de hiç kullanmadım, kendisini öylece köşede beklettim.

Sonra aradan bir süre geçti, belki birkaç ay, belki bir yıl. Ekin'e döndüm dedim ki, "Yahu Kuşadası gezisinde benim çantamdan kırmızı bir Walkman çıktı, sahibini de bulamıyorum, kaldı öyle." "Aaa o benimdi" dedi. "Aaaa" dedim, "getireyim.."

Ancak beni az buçuk tanıyan herkes bilir ki, benim "Getireyim" vaadimden sonra söz konusu nesneyi getirmem çeşitli unutkanlıklar, çeşitli tembellikler, çeşitli saçmalıklar sonucunda en az 7 ay sürer. O günlerde daha uzun sürüyordu, Ekin de üzerine düşmedi, ben de unuttum, ve okul bitti. Walkman öyle kaldı. Hala da açıp dinlemişliğim yok kendisini, çalışıp çalışmadığını bile bilmem.

Ganimet no-4: Nokia 5510 müzikçalar telefon
Seri no: od002-004-h
Açıklama: Telefon kullanma konusunda hiçbir zaman hırslı, yeni model takip eden bir insan olmayan ben, bu telefona aşık olmuştum. Daha biz Discmanlere yeni geçmişken, bu telefon mp3 çalıyordu. Gerçi 20 şarkı anca alıyordu, ama o da bir şeydi. Pahalıydı, ısrar edemiyordum, büyük pilli bir GH-688 ile yaşıyordum (daha sonra ince pilleri de çıkmıştı). Zaten Nokia telefon kullanmak, gerek resimli mesajlarıyla, gerek melodileriyle, gerekse yılan oyunuyla bir prestij kaynağıydı ergen dünyamızda, bense Panasonic'ten ötesine geçemiyordum dostum, geçemiyordum.

Derken, bu telefonun üretimi durdu, fiyatı aniden düştü. Ben istiyordum, ama annemler almıyordu, sonradan öğreniyordum ki doğumgünüme almak istiyorlardı. Her Kipa'ya gidişte telefona "benim olacaksın" konulu bakışlar atıyor, oradan buradan telefonla ilgili bilgi almaya çalışıyordum, etrafta da kimse kullanmıyordu bu telefonu.

Ve Kipa'nın stokları tükendi. Doğumgünüm geldi. Annemler stoklar tükendiği için alakasız yerlerden telefonu getirtmek zorunda kaldılar, ama artık bir 5510um vardı. Bundan sonraki hayatım 1 saniyede yazılan kısa mesajlar ve mp3 indirip cd çekmek yerine telefona koymalarla geçecekti...

Ganimet no-5: UNO Kart oyunu
Seri no: od95-05-h
Açıklama: Şimdi bazı marketlerde bile bulabiliyorsunuz bir şekilde, ama o zamanlar Türkiye'de yoktu ve UNO oynayabildiğimiz yerler annemizin arkadaşının oğlu Ege'nin ya da Antalya'da kalan Alman turist gençlerin yanıydı. Çılgıncasına oynuyor oynuyor ve oynuyorduk, keşke Türkiye'de de olsa, ne kadar mutsuzuz, Uno olmadan hayatımız ne kadar da anlamsız diyorduk.

Sonra bir şekilde edindik biz bu Uno'yu. Oynadık oynadık. Sonra da mutsuz ve anlamsız hayatımıza kaldığı yerden devam ettik. Ama hala oyuna saygımız sonsuzdur, hala severiz.


Ganimetlere ve hayata dair açıklamalar:

İnsandaki "atmaya kıyamama" duygusu çok fena sonuçlar doğurabiliyor, odanız/eviniz bir süre sonra bunları hazmedemeyip kusmaya başlayabiliyor. Gittikçe daha fazla yerleştiğim şu günlerde attığım/dağıttığım/verdiğim nesnelerin haddi hesabı yok. Allahtan kutular var, kutu kutu dolduruyor, açmamak ve atmamak üzere oraya buraya kaldırıyoruz. Sonra hemen odamızı yeni nesnelerle dolduruyoruz. Bu döngüyü pek sevmiyor olabiliriz, ama nesnelere olan anlamsız bağlılığımızı nedense seviyorum. Anlamsız şeylere anlam yükleme, her şeyi biraz daha anlamlı hale getirme, boş ama sevimli ve insana kendini iyi hissettiren bir durum, sanırım...

Hiç yorum yok: