27 Ekim 2009 Salı

Madem moleskine sahibiyim...

Uzun zamandır bir şey çizmiyorum, hani vaktim olmadığından falan değil, ama var olan vakitte boş oturup duvarları seyretmek nedense daha cazip geldiğinden. Ama konu o değil, moleskine. Zamanında moleskine saldığımda bir hevesle yazmış, sevgili defterimin misyonundan bahsetmiş, çizdiğim küçük ve tırt "bekleme resimleri"ni buraya koymuştum. Hatta sonra bambaşka bir yazıda yine iki resim koymuş, sanat kafasında kimi ahkamlar kesmiştim. Bir daha da moleskine'den haber alan olmamıştı...

Heh, gün bugündür canlar. Bugün bayram günüdür. Buyrun.








Açıklamalar şu şekilde olmakta:
1-Tahmin edeceğiniz üzere dersteyim, içim sıkılmış.
2-Kamil Koç terminali, Alibeyköy. İzmir için otobüsümü bekliyorum, saat 23.30 civarı.
3-Sakız-Pire feribotu, önümde oturan teyze. Bana kraker falan verdi yolda. Gelini İzmir'liymiş ayrıca.
4-Seferihisar, Meneviş'in anneannesinin evi.
5-Arabada babamı bekliyorum, ama nerede hatırlamıyorum.

Hayatım bir yerde beklemekten çok oraya buraya gidip gelmekle geçtiğinden kelli pek yeni bir moleskine çizimi yok. Gerçi bir tane var, ama henüz renklendirmedim-ki zaten onu yayınlayıncaya kadar....

24 Ekim 2009 Cumartesi

Şubidubidup şubidubidupdup

7pf2p turnelerinin her türlü sıkıntıya, bunalıma iyi gelmesiyle ilgili bir tez yazılsın. Yapılsın bu, gerçekten. Bir de grubun seviyesinin yükseltilmesini talep edecektim, ama vazgeçtim, iyi böyle.


Hastasıyım grubun. Ayrıca Dogs çalışlarına da kurbanım. Kahvaltısına, dedikodusuna ayrıca kurbanım. Seviyorum lan hepinizi, ve bu sevgi böceği halimle uyumaya gidiyorum.

Akşam Richard Bona var, haydi hayırlısı.

22 Ekim 2009 Perşembe

Üşen naber?

1- Yarın Ankara'dayız. Gönül ister ki elimde büyük görsel olsun, çotank diye koyayım şuraya, ama yok. İdare edeceksiniz:)
Dipnot: İlk defa deplasmanda tam kadroyuz, haydi hayırlısı!

2-Çok "döladöla"yım diye dalga geçen arkadaşlar olacaktır elbet bunu yazdığım için, ama bir ay boyunca 44a Sanat Galerisi'nde Levent Morgök sergisi var. Kendisi; işe gelirken her seferinde tabiri caizse ruh halimin içine eden, karşısında kalakaldığım şu iki tabloyu yapan sanatçıdır. En azından yolunuz düşerse bir gidin görün derim.

3-Ipoddaki şarkıları yenilemek lazım ama çılgınca üşeniyorum.

4-Ödev yapmam lazım ama çılgınca üşeniyorum.

5-O değil, Efes Blues Festivali'nin haftaya olduğunu bugün tesadüfen öğrendim.

6-Her sonbaharda salaklaşmak zorunda değilim yahu. Ruh halidir, zeka seviyesidir, mantık noksanlığıdır. Ne gerek var? Ve neden yani? Her sene her sene...

17 Ekim 2009 Cumartesi

Sükunet

Gün aslen şöyle gelişti:
İşteyken Gözde aradı, "Sakin konserinde fotoğraf çekmek ister misin, bizimkiler fotoğrafçı ayarlamamış" dedi. Olur dedim, ama iş çıkışı Etiler'e dönüp fotoğraf makinamı almam gerektiği için bol bol koşturdum. Saat dokuz buçukta oradaydım ve Gözde orada değildi, halbuki Akbank Caz Festivali programı oradaydı. Hypnotic Brass Ensemble da o gündü, hemen Dünyacan'ı aradım "Lan, gitmiyor muyuz?" diye, o da "ben başka konsere gidiyorum, yerinde olsam ben de ona gelirdim" dedi. Ve böylece bir gece şekillenmiş oldu.

Sakin'de çektiğim fotoğrafları yayınlayamıyorum. Hani süper bir fotoğraf olduğundan değil, hatta fotoğrafların çoğu çok çok iyi de değil, ama içimdeki yayınlama arzusunu nasıl dizginlerim onu da bilmiyorum bak. Bir tane yayınlayayım lan? Hem boyutunu da küçültürüm? He?


Resmen rahatladım.

Ayrıca Four in the Pocket çok güzel grup, inanılmaz keyifli, ama iki haftada bir çıktıkları göz önünde bulundurulduğunda sanırım dün gece Hypnotic Brass Ensemble görmeyi tercih edebilirdim. Gerçi sanırım bu kadar çok müzisyeni Four in the Pocket konseri dışında başka bir yerde göremezdim herhalde, ahah.

Yok yok şikayetçi değilim yahu. Mis gibi grup. Solistin de hastasıyım, ayrıca.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Ada vapuru yandan çarklı


O ne kalabalıktı öyle.



Bir turist kafilesi, YTÜ Fotoğraf Kulübü (diye tahmin ediyorum) ve son güneşli ve sıcak günlerin tadını çıkarmak isteyen herkesle beraber, topyekün vapurdaydık. Yer bulduk, oturduk, yaşlı teyzeye sinirlendik-ki ona yazının sonunda çemkireceğim. Simitlerimizi kımırıp, çaylarımızı içtik. Yani her şey bir vapur ortamına uygun gidiyordu, gazetemizi bile okuduk ki...

Şimdi, birincisi, ben bu insanları (Deniz, Uygar, Ergin) çok severim. Çook severim. İkincisi, onlarla alakalı insanları da severim (Ozan, Pınar). Üçüncüsü, sanırım ortaokuldan beri piknik yapmamıştım. Dördüncüsü, insanın sevdikleriyle güzel vakit geçirmesi çok hoş bir his, biliyorum farkında değildiniz bunun, benim bir kez daha söylemem gerekiyordu.

Beşincisi, planlı arkadaşlarınızın olması, her şeyi düşünmesi süper bir şey yahu. Mangal için karton getiren aklını seveyim senin Deniz. Baharat getiren, gazete getiren aklını seveyim.


Altıncısı, evet, fiziken yorulmayı çok seven bir insan değilim, ama yapamadığınız şey birden değerlenir ya gözünüzde, nasıl içimde kaldı bisiklete binmek anlatamam.


Yedincisi, Ergin, sevgilisi ve yörenin coğrafyası sayesinde magazin yeteneklerim gelişti, çalı çırpı arasından çift çektim. Pişman mıyım? Değilim. En sevdiğim çiftler sıralamasına bir çift daha girdi zira.

Sekizincisi (teyzeye çemkirme), tamam, yaşlısın, ama çirkef olmak zorunda değilsin. Biz senin için sıkışarak oturduk, gazetelerimizi de okudun, ama biz oturacağımız zaman "kucak kucağa oturmayalım değil mi yani" demek zorunda değilsin. Sana saygı duyabiliriz, sadece o kadar yıl yaşamış olduğun için bile, ama bunun suyunu çıkarmak zorunda değilsin. Biz de senden nefret etmek zorunda değiliz, neden zorunda bırakıyorsun bizi buna?

Sonuç: Biz böyle şeyler yedik. Plastik topumuz yoktu, ama çok eğlendik. Daha soğuk havalarda, inşallah mangalda sucukla yine karşınızda olacağız. Ayrıca kanat çok güzel bir şey.

9 Ekim 2009 Cuma

Şırdan

Togay'ın açıklamasıyla; "Şimdi ineğin dört midesi var ya, onlardan dördüncüsünün..."

Ama konu bu değil tabii. Kozmik dengeler hayatımın hiçbir şey yapmadan geçmesine izin vermedi, ve bildiğiniz üzere iki konseri aynı gün, aynı saate koydu. Yapacak bir şey yoktu, kadere boyun eğdik, ve Peyote'deki Lemur konserinden (aslen bir BUMK gecesiydi, belirtmek gerekirse) Babylon'daki 7pf2p konserine koştuk. Evet, Peyote'den Babylon'a koştum. Havamdan öleceğim.

Bizbize miydik, yoksa tanımadığımız insanlar da var mıydı, kalabalık mıydı, yoksa değil miydi, anlamadığımız bir konser geçirdik aslında Lemur'la. Tabii ki sopranoyduk Deniz de ben de, ve tabii ki, tabii ki sesimiz duyulmayacaktı, ama olsundu, zaten çok gürültülü şarkılarımız yoktu. Sonuç olarak güzel bir 30-35 dakika geçirdik sahnede, insanlar alkışladı, sonrasında güzel yorumlar geldi, mutlu olduk.

Dipnot: Dünyacan, sen burayı okumazsın ama, sağol yahu o kadar uğraştın gitarımın tonuyla. Güzel gelmiş dışarıya, öyle dediler. Ben hayatta uğraşmazdım.

Sahneden indiğimde saat 22.52 idi. Küfredip koşmaya başladım, evet.


Neyse ki tam arada 7pf2p konserine yetiştim-ki kafamda Shine On'a yetişmek gibi ütopik hayaller vardı, olmadı, sağlık oldu. Sonuç olarak yine 7 Pink Floydlar ile sahnedeydim, ve yine onlarla sahnede olmak çok keyifliydi.

Evet, madem Babylon'da konser veriyoruz, o zaman hemen kulisteki tuvalette fotoğraf çekilelim.

O da bitti. Sahneden indiğimde saat 00:41di. Deniz beni Peyote'de bekliyordu, dolayısıyla tekrar Peyote'ye koştum.

Çorbaya anne şevkatiyle yaklaşmak...

Sonrası laylayloyloy zaten. Peyote'ye "BİRAAAA" diye girdim, Replikas çalıyor diye bir mutlu oldum, muhabbettir, midyedir, olmayan şırdandır, olan işkembedir derken dörtte evdeydim, Deniz Hanım ile birlikte. Ve böylece, gece son buldu.

Ha, unutmadan, bir de söz konusu gece, bu adamın doğumgünüydü...



Şşt, bi baksana...

Bu da bugün işten eve gelirken aklıma geldi, zaten film zarfını kullanmak istiyordum, vesile oldu. Gerçi ilk düşündüğüm gibi olmadı ama olsun, sakıncası yok. Ayrıca, neden bilmem, "işten eve gelirken" demek bir mutlu etti beni.

Biz de artık Nişantaşı çocuğuyuz.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Neleroluyorkine

Tabii insanın evde oturup albüm indirmek, müzik çalışmak ve reçel yapmak dışında hiçbir şey yapmadığı zamanlar olabilir. İnsan bu, normaldir. Ama işte o zaman yazmak isteyip de ne yazacağını bilememek söz konusu oluyor. Olmuyor mu? Oluyor tabii. Normal şeyler bunlar.

Lemur ile 2 yeni bestemiz var şu an, biri bitti, diğeri bitmek üzere, ama konserde çalmayız herhal.

Ayrıca eski şeyleri bu kadar seven kafamı duvara sürtmek istiyorum. Niye bu kadar antikayım yahu ben? Ne hayır gelir benden şimdi, allahaşkına.

Alakasız olarak, bugün derste bir aktivite yaptık: herkes kendisini anlattığını düşündüğü bir nesne getirdi, nesneler bir torbaya atıldı, sonra herkes hangi nesnenin kime ait olduğunu tahmin etmeye çalıştı falan. Olay şu ki; neden bilmiyorum, ben dahil, abuk sabuk nesnelere öyle kişisel anlamlar yükledik ki, bir ara duruma gülsem mi sinirlensem mi bilemedim. "Bu fırçayı koymamın nedeni renklendirmeyi sevmem, yani sadece resim olarak değil, hayatı, bulunduğum yeri..." dersen birinin "hadilenordan" demesi lazım sana. Bilmiyoruz sanki sırf resim yapıyorsun diye ve en kolay götürülebilecek şey o olduğu için fırça götürdüğünü. Sonradan anlam yükleyince bir fular bağlayası, sigara yakası geliyor insanın.

Bir de bugün şunu düşündüm ki; yaptığın şeyleri yazdığında daha çok şey yapmış gibi hissediyorsun. Blog olayı sanırım bununla ilgili biraz da. Hiçbir şey yapmamış olsan bile, yazacak bir şeyler çıkardıysan o gün boşuna geçmemiş oluyor. Gibi. Ya da değil, bilmiyorum.

Okul yolum bir 5 dakika uzadı, bazen çok gereksiz düşünüyorum.

Edit: Geceyi "Sit with the guru" ile kapatıyorum, kendisini gecenin şarkısı ilan ediyorum, Ayhan'a da ayrıca buradan selam ediyorum.

3 Ekim 2009 Cumartesi

Havalar?

İlk Dia+Cross Processing olaylarını Lubitelimizle denedik, her zaman sefalet olarak adlandırdığım ancak şu anda hoşuma giden yöntemle de taradık (bkz. negatifleri cama yapıştırıp fotoğraflarını çekip fotoşopta tersine çevirmek). Ortaya böyle şeyler çıktı:



Gerçi şu da var; fark ettim ki aynı pozu farklı makinalarla on kere çekiyorum, sonra her makinadan aynı şeyler çıkıyor. Yani farklı bir şey yok, Emir Bey yine delikanlı, Spark yine bahçede, annemler yine kahvaltı ediyor falan. Hoş ama yahu.

Tüm bunlarla alakasız olarak, pikapımın siftahını Easy Rider'ın film müzikleriyle yaptım ya, ölüyorum mutluluktan:)

1 Ekim 2009 Perşembe

HMK-70

  • İnsan uzun süre yazmayınca, tekrar blog başına oturduğunda bir afallıyor, "ne yapıyordum ben, bi şey yazacaktım ben" hissiyatına giriyor. Hissiyatı arttırmak için hemen masa lambamı açıyorum. Oda lambamı açık bırakırsam ışıktan, kapatırsam romantizmden öleceğim. İkilemler arasında debeleniyorum.
  • İnternetim bugün bağlandı, yıldız koyduğum, internetim yokken "sonra okuyayım" diye işaretlediğim bir sürü sayfa beni bekliyor, ne zaman okurum bilmiyorum. Halbuki feysbukta hiçbir şey olmamıi mesela, kimse yeni bir ilişkiye başlamamış, hiç yeni "çok eğleniyoruz" fotoğrafı yüklenmemiş (gerçi benim var bir tane, Ece yüklemiş sağolsun:)), spekülatif duvar yazıları yok, olanlar da "meh" dedirtiyor. Feysbuku neden taktın bu kadar derseniz, takmadım, sadece cümleye başlayınca sonu gelmedi.
  • Ece kendisinden bahsetmemi istedi. Ece naber lan? Neden bilmem, iki sene önceki Robbie Williams Tribute konserine gidemememiz geldi aklıma bugün servis beklerken. Allah ikimize de akıl fikir versin dedim sonra.
  • Ayın sekizinde hem Lemur, hem 7 Pink Floydlar ve 2 Prenses konseri var. Biri Peyote'de, müzik kulübünün akşamı dahilinde, diğeri Babylon'da. Babylon'daki konserin ilk yarısına gidemiyor olmam bir yana, Peyote-Babylon koşuşturmacaları neşe dolu olacak. Soundcheckleri saymıyorum. Hayırlısı...
  • Duvara ne assam ki? The Wall, yani Du-var.
  • Hiçbir şey değil, internete en çok soulseek'e tekrar kavuştuğum için sevindim yahu. Ay lav yu soulseek.
  • Bunlar da İzmir'deki son günümden fotoğraflar. Tam bir hafta öncesidir. Cansu Hanım, Ay hanores ve ben, biraz da Serkan, orada burada sürterken:


  • Son olarak... Hani demiştim ya, hastasıyım anneannemin diye. Bu da babaannemle rahmetli dedemin düğün fotoğrafı. Dedemi hiç tanımadım, ama babaannemin de hastasıyım:) (Not: Evet, alttaki de benim parmağım. Onun o kadar hastası olmayabilirim.)