10 Nisan 2013 Çarşamba

Ejderha

Leke, Galip Tekin'den Art of Animation dersini alanların çıkarmakta olduğu bir fanzin. Birinci sayısı çıktıktan sonra Edanur'la konuştuk, fanzin için bir şeyler çizebileceğimi/yazabileceğimi söyledi. Ben de aşağıdaki resmi çizip öyküyü yazdım. Aylardan Kasım'dı, ben biraz sıkıntılıydım.
 
Fanzinin tamamı şuradan okunabiliyor. 
 
 
 
       Yok, beklediği bu değildi, bu görüntü ne okuduklarıyla, ne hayal ettikleriyle uyuşuyordu. Ailesine karşı gelirken, onca yolu yürürken, her gece karşılaşacakları anı düşlerken aklında nargile içen ve baygın gözlerle üflediği dumana bakan bir kız yoktu.
       “Ama bu bir ejderha değil...” diye mırıldandı.
       Kız, üflediği dumana bakmaya devam etti, bir nefes aldı, üfledi.
       “Tabii ki bir ejderhayım,” dedi yeni dumana bakarak, “görmüyor musun?”
       Kahramanlık, zenginlik ve bunların getireceğini umduğu mutluluktan henüz vazgeçmemişti; kızı incelemeye başladı. Hayır, kız hala bir ejderha değildi; evet, şapkasında iki kanat vardı, ama uçamazdı. Ağzından ateş değil duman çıkarıyordu, nargilesi olmasa o da çıkmazdı. Ortada herhangi bir hazine görünmüyordu; gerçi bolca minder vardı, muhtemelen çil çil altından daha rahattı. Bir umut incelemeye ve kafasındaki ejderha resmiyle eşleştirmeye çalıştı. Ne yazık ki kız inceledikçe bir ejderhaya dönüşmüyordu.
       “Uçman mümkün değil,” dedi aniden, “bana kanatların olduğunu söyleme, onların bir işe yaramadığını biliyorum.” Kız gülerek döndü.
       “Uçmaktan kastına bağlı,” dedi, “zamanı anlamsız kılabilirim.”
       “Anlamadım...”
       “Zamanı anlamsız kılabilirim. Bu noktaya gelene kadar buraya gelirken harcadığın zamanın farkında değildin. Bu anın hayalini kurarken de zamanı önemsemedin.”
       “Yani?”
       “Diyeceğim o ki, zıplamakla uçmak arasındaki fark aslen süreye bağlı. Zaman algısı ortadan kalktığında her zıplamayı uçuş sayabilirsin, haliyle sen buraya gelene kadar uçabiliyordum ben.” Bir an duraksadı. “Ki senin gibi buraya gelmeye çalışan, bunun hayalini kuran ve zamanı bir süreliğine rafa kaldıran sürüyle insan var. Hala uçabilirim, sadece uçmuyorum.”
       “Bu çok saçma, yine de kabul ettim diyelim. Ateş püskürtmüyorsun? Benimle savaşmaya çalışmıyorsun bile?”
       “Ama şu anda yanıyorsun?”
       “Nasıl yani?”
       “Bana yüreğinin yanmadığını söyleyemezsin. Kızgınsın, hayallerin yıkıldı, karşında hayal ettiğin devasa ejderha yerine, ejderha olduğunu iddia eden bir kız var, yanlış mı? Elinin kolunun yanmasına hazırdın, ama buna hazır değildin. İçin acıyor, çünkü haksızlık bu, çünkü çok zaman harcadın, çok yoruldun. Ve ben senin sadece karşında durup yüzüne duman üfleyerek canını yakabiliyorum.”
       Hak vermek zorundaydı, canı yanıyordu. Aradığı burada değildi, ya da aradığı, aradığını sandığı ile aynı değildi.Kafası karışmıştı, ejderhaya hak vermek istemiyordu. Ejderhaya ejderha demek de istemiyordu, onun kayıtlara 'nargile içen kız' olarak geçmesini talep ediyordu, ve o tüm bunları düşünürken, nargile içen kız üflediği dumanla halkalar yapıyordu.
       “Peki hazinen nerede?” dedi, uzun süre kafasında tartmış ve bir sonuca varmak için sadece bu sorunun cevabına ihtiyacı varmış gibi. “Ben buraya hazinen için geldim, senin bir hazine koruyor olman lazım.”
       “Hazine senin yolundu” dedi nargile içen kız birden ciddileşerek. Sonra kahkahalarla gülmeye başladı. “Hayır, bu çok büyük bir yalan olurdu. Gerçek şu ki, bir hazinem var, ama kullanmayı bilmediğin için pek işine yarayacağını sanmıyorum.”
       “Bilmek istiyorum.”
       “Nasıl kullanabileceğini açıklayacak değilim. Ama üzerinde yattığım yastıklar benimle ilgili hayallerle, yazılarla, söylenenlerle dolu, ve bu yastıkları parçalasan bile her gün yenilerini doldurabilirim. Senin hayallerin yıkıldı ve belki şu arkamdaki yastık biraz söndü, ama uçan, alevler çıkaran ve altınları koruyan dev bir kertenkeleye inanan senin gibi binlerce insan var. Onlar inandıkça ben güçlüyüm ve rahatım.”
       Bu anlamsızdı. Kızın ejderha olduğundan çok, ejderha diye bir yaratık olmadığını, kandırıldığını düşünüyordu. Ama nasıl bir şakaydı ki, kendisini kandıranlar da inanıyordu, peşinden koşanlar, üzerine yazanlar inanıyordu; bir ejderha vardı, o ejderhanın bir tarifi vardı, ejderha öyle olmalıydı. Nargile içen kız yerinden kalkmadı, ama nargilesini bıraktı, dönüp bağdaş kurdu, şimdi gözlerinin içine bakıyordu.
       “Bak,” dedi, “her şey sana tarif edildiği gibi olacak değil. Hiçbir şey, insanlarının inandığı gibi olma zorunluluğu taşımıyor, benim için de geçerli bu. Ben burada rahatım, ama şimdi beni bulduğun için yer değiştirmem gerekecek, böylece, bu hayal kırıklığıyla dönüp anlatmaya çalıştığında kimse sana inanmayacak. Çok deliren var, seni de onlardan biri zannedecekler.
       “Ve ne hoştur ki, ejderhanın gerçeğini bir mağarada buldun, zerre etkilenmedin ve bunu bu mağaranın dışında, gerçek dünyada anlatmaya çalışacaksın. İnanmayacaklar, ne güzel değil mi? Daha da güzeli, şu an bir ejderhanın gözünün içine bakıyorsun, ama buna sen bile inanmıyorsun. Hep hayalini kurdun, ama şu an zerre değeri yok senin için.”
       Ejderha yavaşça nargilesini toplarken, biraz büyümüş, biraz üzülmüş olarak mağaranın ağzına döndü olamayan kahraman. Hava güneşliydi, mağaranın çıkışı sadece bunun ipucunu veriyordu. Buraya ejderhayı yenmeye ve hazinesini almaya gelmişti, yapamasa bile bu uğurda ölecekti. Halbuki şimdi ortada bir ejderha yoktu, ve nargile içen kızın ejderha olduğu varsayılsa bile, onu yenememişti. 'Aslında bir yolu olmalı,' diye düşündü, 'kahraman olmamın bir yolu olmalı, hazineyi kullanabilmemin bir yolu olmalı.'
       Bir süre mağaranın çıkışındaki ışığa baktıktan sonra tekrar ejderhaya döndü; kız nargilesini toplamış, yastıklarını bir çantaya dolduruyordu.
       “Toplanmış olman güzel,” dedi gülerek, “çünkü benimle geliyorsun. Benimle geldiğinde kimse ejderha olduğuna inanmaz, ama ejderhayı öldürdüğümü ve seni onun elinden kurtardığımı söylediğimde bana inanırlar. Ve sevgili ejderha, işte o zaman o yastıklar benim kahramanlık öykülerimle dolar, senin ise ismin değişir. İsmin değiştiğinde, ve insanlar senden çok ismine inandığında ne olacak bilmiyorum, açıkçası çok umurumda da değil şu an. Ama bana fiziksel bir zarar veremezsin ve kaybedecek bir şeyim yok. Benimle geliyorsun.”
       Yastıkları sırtına yüklendi, kızı kolundan tutup götürdü. Ve işte Ferit, ejderhayı böyle yendi.

2 yorum:

ümit berk dedi ki...

"Kanatlarımın işe yaramadığını biliyorum."Çaresizlik değil de nedir ?

Adsız dedi ki...

Güzelmiş