30 Eylül 2010 Perşembe

Pandamania sonrası, Ninjump öncesi...


1- Ankara:

Efenim, bilirsiniz ki konu organizasyon olunca çalışmak konusunda pek hevesli bir gence dönüşüveriyorum, dolayısıyla zamanında "24 Eylül'de Tübitak Avrupa Bilim ve Eğlence Günü'nü düzenleyecek" dediklerinde de söz konusu hevesi paketleyip Ankara'ya gönderdim. Hevesimi beğenmiş olacaklar ki Odeon'da yapılacak sunumların sunuculuğunu bana verdiler. "Sunumların sunucusu" deyince sanki yüzüklerin efendisiymişimcesine bir hava yaratıldığı doğrudur, ama topuklu ayakkabılarımın boyumu uzatması dışında herhangi bir kudretim yoktu.

"Mikroskop var abi, fosil var...."

Hele ki "Bakan gelecekmiş" dedikodusu çıkınca, baştan beri var olmayan kudretim ve tecrübem iyice sorgulanmaya, bana "Pardon da bu konudaki tecrüben nedir?" gibi sorular yöneltilmeye başlamıştı. Hayır, sonunda bakan gelmedi, ama bakanın gelmemesi açılıştaki şaşkınlıklarıma etki etmedi-burada şunu belirtmeliyim ki bakan gelseydi bu kadar saçmalamayacaktım, elimde sabit bir program olacaktı-ya da belki de saçmalayacaktım, ne bileyim...



Neyse efenim, sonuç olarak topuklular üzerinde sendeleye sendeleye, sunum esnasında ciddi bir sorun yaşamadan, Odeon'da kapalı olduğum için fuar tarafındaki her şeyi kaçırarak, yer yer gerçekten profesyonel sunucu sanılarak, yer yer saçmalayarak, Bilge Demirköz ile muhabbet ederek, Bilkent'in iki oda bir salon misafirhanesinde kalarak, Sadi Abi'nin ailesiyle balık yiyerek, her sabah kruvasan ve portakal suyu keyfi yaparak ve en önemlisi kısa da olsa Pelin'i görerek 3 günü pek hoş bir şekilde geçirdim, oh...

1,5- Ankara-İstanbul:

...Derken İzmir'e dönmek yerine İstanbul'a geçmeye, orada arkadaşlarımı görmeye, biraz okulumun havasını solumaya karar verdim, bilime eğlenceye doyduğumuz günün ertesinde sabah hemen kendimi AŞTİ'ye attım.

Ankara-Keşan otobüsünü, Keşan'a gitmekte olan teyzelerle birlikte beklerken, nedenini anlamadığım bir şekilde Tekirdağ'a gitmekte olan Erasmus öğrencisine "I feel love .mına goiim" diye laf atan yastık satıcılarını izledim. Otobüsümüz yolda su kaynattı, camdan sigara içenleri izlerken, bir yandan da "otobüsümüz bozuldu, birlik olalım" psikolojisiyle önümde arkamda oturanlarla kankaya bağladım, aracın çıkardığı "abi kapıyı kapat bak açık unuttun" anlamına gelen bıp bıp sesine "Bak bak arabadan ses geliyor ciddi sorun var" diyen teyzelerime saygı duruşunda durdum, biraz da gülümsedim. 5 dakika ara verdiğimiz dinlenme tesisinde aracı tamir edeceğim diye kapkara olmuş şoförümüze baktım, 5 dakikalık ara yarım saate uzadı. Dilovası yakınlarında trafiğe takıldık, muavin Alibeyköy'de inecekleri tek tek dolaşıp "Sizi bilmemnerede indireceğiz, çünkü Keşan'a yetişemiyoruz, oradan aktarma yabacaksınız" dedi, indik, aktarma yaptık...

Tek başıma yaptığım en eğlenceli otobüs seyahatiydi diyebilirim, cidden.

2-İstanbul:

Aslında çok anlatılacak bir şey yok, şu ya da bu şekilde bir sürü insan görüp, bir sürü arkadaşımla muhabbet edip, İstiklal'e gidip, manzarada çayımı içip mutlu oldum.

1 yorum:

Emir Bey dedi ki...

bu fotolardan facebook albümü de gelsin hadi ama artık =) ahaha yok yok ciddiyim güldüğüme bakma