19 Aralık 2015 Cumartesi

abi naber?


  • Olur da Kadıköy'de böyle bir wi-fiye denk gelirseniz, o bizimki. Bütün sokakta çekiyor neredeyse. Çok acilse bana bir yerlerden ulaşın, şifresini veririm. Zira mobil veri çok zalım bir şey.
  • Resmen Ekim'in birinden beri hiçbir şey yazmamışım. Bundan sonraki yazıyı da kim bilir ne zaman yazacağım. O yüzden hemen bir güncelleyeyim burayı kısaca -ki yazılacakların, hatırlanacakların hacmi küçülsün, kütlesi azalsın, Nilipek.'te bahaneler tükensin.
Hayata karşı duruşum bu şekil-di. Bunu biraz özledim.

  • Bir önceki yazıda kısaca bahsettiğim klibi Ekim'in ilk haftası yayınladık. Ahanda aşağıya da koyuyorum. Benimle alakası yok, Yiğit sağ olsun, misler gibi oldu. 

  • Sonra ne oldu? Albümü yetiştireceğiz, kartonetiniz hazırlayacağız, aman basın bültenleri gitti mi, lansmaaaan derken ben kendimi kaybettim. Gerçekten kaybettim. Bu arada normalde Beşiktaş'ta yer alan labımızın Göztepe'ye taşınması (ve tabii başındaki hocanın işten ayrılması) ile bu kaybolma hali kontrolden çıktı. O aydan o kontrol hastalığı ve her şeye yetişme takıntısıyla nasıl sağ salim çıktım gerçekten bilmiyorum. Belki de sağ salim çıkamamışımdır, sadece farkında değilimdir. (bu noktada azıcık akıl sağlığımı koruyabildiysem, Red Bull'un ve Can Şener'in hakkını içtenlikle vermem lazım)
  • Derken albüm dijital olarak yayınlandı. Derken Babylon'da lansman, lansmandan yaklaşık bir iki saat önce cd kolilerinin gelmesi. Sonra şöyle şeyler:

Fotoğraflar: Burak Bayrak

Hatırlamıyorum. Gerçekten hatırlamıyorum. Her şarkıdan önce söylemek için bir şeyler hazırlamıştım, söyleyemedim sanırım. Mesela az önce fotoğraflara bakarken hatırladım ilk şarkıda kulaklık monitörü açmayı unuttuğumu, kendimi duymadan çaldığımı, bunu fark etmediğimi, sonra fark edince açmayı beceremediğimi...
Yani heyecan böyle bir şeymiş, ve ben hayatımda hiç heyecanlanmamışım. O konserin nasıl geçtiğine dair sahneden indiğimde hiçbir fikrim yoktu. Meğer şöyleymiş:
  • Akabinde çok bir şey değişmedi, aynı şekilde evden işe, işten eve yolculuklar devam etti. Sadece hayatıma 'röportaj' diye bir kavram girdi, kendimi haftada iki-üç kez müziğe ve müziğimize dair bir şeyler zırvalarken buldum. 
  • Bu arada cağnım Yökş ile bir Ankara-Eskişehir atlattık, atlatmadık değil...

Çünkü ne yollar ne de sıkışık trafik kahvaltının günün en önemli öğünü olmasına engel değil.
  • Bütün bunlardan bağımsız olarak labın yeri değişti, doktora tez konum değişti, değerlendirme kurulum değişti. Hey gidi.
  • Yazacak bir şey kaldı mı? Madde madde 'şu oldu bu oldu' yazmak sıkıcı biraz çünkü. Başta hevesle günlük tutan ama defterin son sayfalarında artık 'selam günlük, bugün de şu oldu. Bu oldu. Başka da bi şey olmadı.' diye geçiştiren ortaokullulara benzedim. Yaşandı bu.
  • Her şey olması gerektiği gibi, ve ters giden bir şey yok sanki... Değil mi?