Dün bütün Hollanda bir olup, hep birlikte Hollanda Kraliçesi'nin doğumgününü kutladık. Gerçi kutladığımız doğumgünü aslen bir önceki doğumgününe aitti, lakin şu anki kraliçe ocak ayında doğduğundan sanırım onu kutlasak bu kadar coşamazdık. Tabii dün kendini göstermiş olan güneş, "yeterlansizebukadar" deyip gitmeye karar vermeyeydi iyiydi, o ayrı.
Sonuç olarak aşağıda o iki gün yaşadıklarımı ve yaşadıklarımla yarı alakalı fotoğrafları bulacaksınız. Çok sıkılırsanız yazıları okumayın, resimlere bakın, o yüzden koyuyoruz resimleri. Halbuki yazıları aslen kendimiz sonra baktığımızda hatırlayalım diye yazıyoruz.
Queen's Night:
Nedir?
Queen's Day adı ile anılan güne bağlanan gece. Genelin "Madem ertesi gün tatil, o zaman bu gece coşalım coşumsayalım, sonra kalkıp bir takım coşkulu hareketlere devam ederiz" mantığıyla hareket ettiği bir zaman dilimi. Söz konusu gecede belli ara sokaklar birer sokak diskosuna dönüşüyor, meydanlara kurulan sahnelerde gruplar müzik yapıyor, bol alkol tüketiliyor, bir de kıyafetin "içine" turuncu bir şeyler giyiliyor. Bu önemli bir detay; ertesi gün bangır bangır turuncu giyineceksiniz, ama geceyi mütevazı ve ceketin içine saklanmış, saçınıza bağlanmış yahut kafanıza takılmış turuncularla geçiriyorsunuz.
Mütevazı turunculuktan kastım da bu...
Peki ne oldu?
Kahramanımız Ayşegülnazcan'ın planı sırtına fotoğraf makinasını alıp ufak çaplı bir Amsterdam turu yapmak, bu esnada gördüğü güzellik ve ilginçlikleri çekmekti. Nitekim bu planını gerçekleştirdi de, bizzat bu planını gerçekleştirdiği için gece saat dörtte eve müthüş bir sırt ağrısı ve sızlayan ayaklar ile döndü.
Gece boyunca "I follow rivers" çalan yüzlerce ortamdan sadece biri.
- Yolculuk Lomography Store'da düzenlenen parti ile başladı, Barış Hoca ile bulduğum turuncu montumu giymiş, adımlarımda belli bir hız tutturmuş gidiyordum ki aniden durmak zorunda kaldım, zira sokak kalabalıktı ve normal kıpırdanışlar mümkün değilken sırt çantasıyla ilerlemek adeta mucizeydi. DJ çalıyor çalıyor, henüz sarhoş olmamış insanlar kıpırdamıyor kıpırdamıyordu, ama sarhoş olma konusundaki azim gözleri yaşartıyor, yanımdan, önümden, üzerimden bardak bardak biralar geçiyor geçiyor geçiyordu... Jos'un dediğine göre sokak özel günlerde bu şekilde bir parti alanına dönüşüyordu. Lakin Lomo Partisi henüz boştu, gerçi oyunlar hazırdı; kemer olarak takılan demir bir kuyruğun ucunu çömelerek makinanın deklanşörüne denk getirmeye çalışıyor ve fotoğraf çekiyordunuz.
Adamın donla gezdiğini fotoğrafı çektikten sonra fark ettim. İlginçtir o esnada aslen müzisyenleri çekmeye çalışıyordum.
- Dediğim gibi, parti boştu, Ayşegülnazcan'ı ise yeni maceralar bekliyordu, derken Spui meydanında kahramanımız donakaldı. Bu noktada, daha sonra okuyacağımda hatırlamak için, şöyle bir açıklama yapmak ister gönül; çok uzun zamandır bu kadar keyifli olduğumu, olanı biteni bu kadar takmadığımı hatırlamıyorum.
- Oradan Leidseplein, yine bir sahne, yine bir grup, Depeche Mode şarkıları. Bu arada Queen's Day'in yan etki olarak milleti şebeğe çevirdiğinden bahsetmiş miydik? Adam Depeche Mode çalıyor, hön hön hön söylüyor, ama Queen's Day'e uyum sağlayacağım diye adeta bir Muppet olmuş.
Leidseplein.
- Rembrantplein, Nieuwmarkt, Dam, sonra bir önceki hallerin anısına tekrar Spui, tekrar Lomo, tekrar aynı sokaklar derken bir bodrum katından gelen bangır bangır müzik, ama içeride bir hareket yok. "Neoleyor lan" refleksiyle baktım; hakkaten içeride bir şey yok. O sırada görmediğim, ama yukarıdaki merdivenlerde oturan, bira içen iki gencimiz laf atıyor. Anlamıyorum. "We pink" diyor. "Ha?" diyorum. Wee Piink diyor. Sarhoşlar herhalde, gay olduklarını mı söylüyorlar, peki bunu neden bana söylüyorlar diye düşünürken "Go away" diyor. Allah allaaah deyip yoluma devam ederken çocukların aslında muhtemelen "We are peeing" demeye çalıştıklarını anlıyorum, ellerindeki bira şişeleri aniden farklı bir anlam kazanıyor, birden kafamda her şey aydınlanıyor... Laf atmasalar görmemiştim bile halbuki...
"I follow rivers" yayını yapan başka bir yer, bu sefer Leidsestraat.
Rembrantplein.
- Baktım ortalıkta macera yok, ve ben ertesi sabah erken kalkmayı düşünüyorum, eve gitmeye karar verdim. Ancak macera çağrımı hisseden bir çift bana yaklaştı, Queen's Night'ın nasıl geçtiğini, neden yalnız olduğumu sordu. "E bizimle gel?" dedikten sonra bunun doğru bir macera çağrısı olduğunu zanneden ben, beş dakika sonra onlarla yolda dans ediyor, on dakika sonra çocuğun aslında kızın sevgilisinin en yakın arkadaşı olduğunuu öğreniyor, yirmi dakika sonra ise kızın erkek arkadaşına ulaşmaya çalışırken çocuğun başka bir kızla sarmaş dolaş dans etmesini izliyordum. İlerleyen dakikalarda kızın erkek arkadaşını bulacak ve hepberaber yaklaşık 10 dakika oturacaktık. Kız içki almaya gidince herkes masadan kalkıp gidecekti, ben kıza haber vermek için kalacaktım, ve dışarı çıktığımızda kimseyi bulamayacaktık. Ondan sonraki yarım saat-kırk beş dakika ise tekrar kızın erkek arkadaşına ulaşmaya çalışarak ve bunun ne kadar garip olduğunu düşünerek geçecekti. Hatta o esnada ev partilerinden birine davet edilecektik, lakin kızcağız o kadar paralize olmuş ve şaşırmış olacaktı ki, durmaya devam edecektik. Birer bira içip evlere dağıldık.
Alakasız teyzeler, ve yine mütevazı bir turunculuk.
- Yolda ipe dizilmiş bayraklarla gezen, ve tabii ki alkollü üç arkadaşımız benim yalnız yürüdüğümü görünce bayrakları bana dolamak istedi. Ben ise beklenmeyen bir çalımla eğilerek ve omuzlarımı iki yana sallayarak limbo yaptım. Gencolarımızın o kadar hoşuna gitti ki bu, sokağın orasına sabitlenip şarkı söyleyerek herkese limbo yaptırmaya başladılar, ben ise görevini yapmış bir kahraman edası ve gururlu bir gülümsemeyle oradan uzaklaştım, evet, limbo başlatmıştım...
Queen's Day:
Nedir?
Adeta günün özeti.
Bütün Hollanda'da kutlanan bir milli bayram. Bir önceki gün mütevazı bir şekilde vücudun çeşitli yerlerine serpiştirilen turuncuların bütün şehri kapladığı zaman dilimi. İki gün önceden kaldırımlardaki alanlar koli bantlarıyla ayrılıyor, aslında muhtemelen her sene Queen's Day eğlencesi görmeye doymuş olan, yahut çoluğa çocuğa karışan Amsterdam yerlileri evlerinin önüne tezgahlar açıp kullanmadıkları eşyaları, kıyafetleri satıyorlar. Çocuklar da gün boyunca para kazanmak için çalışıyorlar, kimi durduğu yerde Hollanda Milli Marşı'nı okuyarak para topluyor, kimi kek, kimi yaptığı resimleri satıyor, bazıları ise gruplarıyla evin önüne çıkıp müzik yapıyor. Her yerde DJler, her yerde müzik grupları, her yerde ihtiyacınız olan şeyleri (yiyecek, içki, su, güneş yağı vs.) alabileceğiniz tezgahlar var. Yürümek ve etrafı seyretmek ne kadar keyifliyse, kanalların kenarına oturup geçen turuncu insanlarla dolu tekneleri izlemek, ya da bir yerde karar kılıp dans etmek de o kadar keyifli.
"I I folloow I follow youu deep seeaa baby, I follow you"
Şekil 1.a. keyif
Şekil 1.b. keyif
Peki ne oldu?
Kahramanımız günü Sayın Şakarer ve ev arkadaşları ile geçirmeye karar vermişti, bu nedenle saat bir gibi evlerinin önünde olacaktı. Lakin güne dair asıl isteği fotoğraf çekmekti, bu nedenle saat on bir gibi yola çıkmıştı; fotoğraf makinasının günün geri kalanında eziyet olacağını nereden bilebilirdi? (Aslında bu sorunun cevabı çok basit; gayet de bilebilirdi. Ama risk almak istemedi, zira güne Ecelerin grubuyla devam edeceği
kesin değildi, ve yalnızken fotoğraf makinası en iyi dosttu.)
Şekil 2.a. Bir Queen's Day hazırlığı olarak yüz boyama
Şekil 2.b. Bir Queen's Day hazırlığı olarak yüz boyama
- Açık konuşmak gerekirse gördüğüm en güzel ve eğlenceli şey şu aşağıda gördüğünüz yetmişler-seksenler diskoteğiydi. Oraya biraz daha geç denk gelmeyi ve onlara katılmayı nasıl isterdim anlatamam.
- On bir aslında erken bir saatti, ama yürümenin mümkün olmadığı yerler vardı. Tekneler yola çıkmış, müzikler başlamıştı, lakin muhtemelen henüz kanlarda yeterince alkol yoktu. Bunun yanında işini bilen Hollandalılar sabah çıkmış, on ikiye kadar tezgahlardan alışverişlerini yapmış, aldıklarını bırakmak üzere evlerine dönüyorlardı, böylece hem bit pazarından faydalanmış, hem de rahat eğlenmek için ellerini kollarını boşaltmışlardı.
Tekneler kanala girmek için sıra beklemek zorunda.
"Patron, elemana söyledim, bizim mallar yarına hazır, olmadı zaten öbür gün sallandırırız adamı.."
- Ben ise güne manikür yapan ve tırnak başına beş cent alan 5-6 yaşlarındaki kızın tezgahına oturarak başladım. Tezgahtan kalktığımda ellerim anaokulu faaliyetinden çıkmış gibiydi, ama üç tırnak bir Hollanda bayrağı yapıyordu ve ben eskiden anaokulunda çalışmış bir insan olarak bu olayın sevimliliğine karşı koyamazdım. Nitekim öğrendim ki benden önce karşı koyamamış olan kadın da öğretmenmiş.
- Bir buçuk gibi yola çıktık, yürüdük, yürüdük, yürüdük. DJ kabinlerinin önünde durduk, dans ettik. Gerçi en kalabalık sokaklardan geçmeye ya da o sokakların en kıpırdanmayacak noktalarında dans etmeye çalışırken benim gözüm hafiften seyirmeye, saçlarım dikelmeye başladı, zira sırt çantam çilemi arttırıyor, ve yaptığımızı daha da anlamsız hale getiriyordu (gerçi Onur Can taşıdı uzun bir süre, kendisine ne kadar teşekkür etsem az). Yine de o sokakların girişinde ve çıkışında, kıpırdayabildiğim (ve dolayısıyla kıpırdadığım) noktalarda çok eğlendiğimi inkar edecek değilim.
Bu ablaların da eğlendiğini inkar edecek değilim.
- Tabii ki turuncu giyinmiştik. Lakin giydiğim şey turuncu bir kazak olunca ve güneş "merabaaa" demekle kalmayıp inatla dürtükleyince alakasız bir atletle kaldım. Neyse ki bir gün önce bir yerlerde bulduğum turuncu bir ostrişim vardı ve Queen's Day'in yan etkisinin şebekleşme olduğunu artık kabul etmiştim. Önce şöyle bir şey oldum.
Şekil 3.a. Queen's Day'de balık olmak.
Stan ve Ece Şakarer sağolsun benim de Queen's Day'de resimlerim var.
- Alışverişi çok seven bir insan değilim, ama "bir euro" yazısını görünce benim elim ayağım oynamaya başlıyor sevgili seyirciler, dayanamıyorum. Nitekim orada da dayanamadım, kızın birinden birer euroye H&M bir gece elbisesi aldım. Lakin gece elbisesini taşımam mümkün değildi, ve ben bir önceki maddede bahsettiğim yan etkileri çoktan yaşıyordum, o nedenle elbiseyi üzerime geçirdim. Sonra sıkılıp üst tarafını çıkardım. Sonra da şöyle bir şey oldum.
Şekil 3.b. Hellöv. O ayak kimin hiçbir fikrim yok.
- En güzeli, aynı şeyi Hıdrellez'de de hissetmiştim, herkesin sarhoş, ama herkesin kardeş olmasıydı. Herkes oraya bizzat eğlenmek için gelmişti, eksiği ya da fazlası için değil, o nedenle birbirini rahatsız eden ya da birbirinin eğlencesine engel olan yoktu. Herkes keyifliydi, herkes mutluydu.
- Bir tek Vondelpark içimde kaldı ulan. Ulan resmen içimde kaldı.
- En güzel sürpriz ise eve dönerken yolumun üzerindeki barda bangır bangır Proud Mary çalmasıydı. Aşağıda masaya çıkmış şarkıyı söyleyen ablayı görebilirsiniz.
Dipnot: Günü çok güzel anlatan başka bir yazı da Sevgili Şakarer'den geliyor: Tanrı Kraliçeyi Korusun
3 yorum:
İnanılmaz merak ettiğini, gece uykularının kaçtığını bildiğim için söylüyorum: O ayak Phil'in ayağı.
gelmiş görmüş kadar olduk , saolasın :D
Ece: Bunu öğrendiğim iyi oldu, kaç gecedir rüyalarıma giriyordu...
Pisces: Ehey, hakkaten öyle anlatabildiysem ne mutlu bana!
Yorum Gönder