Beri gel beybi beri gel
27/10/2023 - BERLIN - Orangerie Neukolln
Geçtiğimiz hafta sonu Berkay ve Toros, 4 gün Nijmegen'de bir stüdyoya kapanıp session kaydettiler. Müzik çoğunlukla Toros'un yönettiği bir doğaçlama olarak ilerledi.
Ben gitmeyecektim (Berlin'de kalıp albümün vokallerini kaydederim diyordum) ama son anda araba kiralandı, e zaten kameram kullanılacaktı, hadi Fıstık da gelsin cümlesi kuruldu, ben de kendimi tüm sessionu videoya alan Tuğçe'nin asistanı olarak buldum.
-Berkay uzun süreli bisiklet kiralamıştı -bisikletler sık sık çalındığı için en mantıklısının o olduğuna karar vermişti- ama üzerine bir de kucağına iyi bir bisiklet düşünce kiralanan bisiklet bana kaldı. Biz de normal bisiklet yolculuğuyla yarım saat ama Nilipek. hızıyla 45 dk uzaklıktaki botanik parkına gittik.
Ne zamandır bir tarla ortasında durmamıştım. Ne zamandır kelebek görmemiştim.
-Annemle babam geldi Berlin'e, ama Stockholm'de zaten gezi içgüdülerini doyurmuş ve Berlin'e öyle gelmişlerdi. Haliyle burada gezmekten çok aile saadetine, kuzenlerle bir araya gelmeye ve BİRAYA odaklandık.
Ama hiç gezmedik denemez tabii ki. Burada tanıştığımız müthiş insan Ares'le Yahudi Berlin turu yaptık (daha doğrusu halihazırda yaptığı tura biz ekleniverdik), Tempelhof'ta dev uçurtmalara baktık, babam Berkay'la Hertha Berlin maçına gitti, biz annemle Mauerpark'ta bir pazarı gezdik, son gün göl kenarında gün batımını izledik. Yani gayet Berlin deneyimi yaşandı, yaşanmadı değil.
Zaten eşten dosttan duyduğumuz kadarıyla kışın gelselerdı gerçek Berlin deneyimi galiba tamamen evde oturmak üzerine olacaktı.
-Annemleri yolcu ettikten sonra aramıza Osman katıldı, Berlin'de beraber bir gün geçirdikten sonra Münih'e doğru yola çıktık. Münih yolunda içimizdeki oraya buraya tırmanma arzusu bünyemizi ele geçirince (?) kendimizi Sachsische Schweiz'a attık. Evet, yaklaşık 2 dakikamı mekanın adını bulmak ve doğru yazılışını öğrenmek için kullandım.
Berlin'e taşınalı bir buçuk ay oldu.
Bu cümle çok garip geliyor, çünkü bir yıldır bunu planlayıp gereken her şeyi yapsak da sonunda yine apar topar taşındık, ve taşındıktan sonra insan karar verme, hazırlanma sürecini unutuyor, taşındığıyla baş başa kalıyor. İki büyük bavul, iki küçük bavulda ekipmanlar, bir gitar, iki sırt çantası ve bir köpekle -sanki bir anda- taşındık.
"Benzer bir karar verecekseniz şunlara dikkat edin" konulu bir yazı değil bu, ama illa ki bir dersler de çıkar. Mesela düşündüğümde bir süre cepten yiyeceğimize emin gibiydim, lakin bunun sebebinin konser ayarlayamamak olacağını tahmin ediyordum. Onun yerine bürokrasiden, gelmeyen kimlik numaramızdan ve vergi dairesine kayıt yaptıramayıp fatura kesememekten gol yedik.
Ama genel olarak hayat çok güzel. Bir yerden bir yere giderken günün her saatinde güvende hissetmek gibisi yokmuş. Ne yaptığınızın, ne giydiğinizin, nasıl gözüktüğünüzün umursanmaması gibisi yokmuş. İnsanların tüketmesi için değil mutlu yaşaması için tasarlanmış bir yerde yaşamak gibisi yokmuş. İlla ki bir yerlerde bir tokatlar yeriz, ama şu anda iyi geliyor bu rahatlık, ve buraya da not etmek istedim.
Bu sabah mutfakta, rattan koltuğa oturup günlüğüme neler istediğimi listeledim. O koltuğu alıp mutfağa koyduğumdan beri sabahları orada günlük yazmak istiyordum, bugünmüş o gün. Neyse, her zaman değil ama çoğunlukla hayatımı istediğim değil istemediğim şeyler üzerinden, karşıtlıklarla kurduğumu fark ediyorum bir süredir. Bugün listeyi yaparken, daha doğrusu uzun zamandır ilk defa hayal kurup hedef koyarken, navigasyon çalışmasa da istediğim şeyleri haritada görebildiğimi fark ettim.
Bu hissi unutmuşum, güzelmiş. Yolu gerekirse ben açarım.
Hello blogcan. Uzun zaman oldu. Ben depremden sonra bi ne yapacağımı bilemedim uzun süre. Sonra hep beraber siyasete düştük zaten. İlk turu kazanan olmadı, haftaya ikinci tur. Takip etmemeye çalışıyorum çünkü beynim tütüyor.
Albümün kayıtlarının çoğunu tamamladık. Canlı müzik kariyerim misafir sanatçı olarak ilerledi bir süre, şimdi benim konserleri de başlattık.
Şu an Kapadokya'da bir otel odasından yazıyorum. Bütün gün çektiğimiz turist fotoğraflarını o kadar çok sevdim ki, ne yapsam nereye koysam derken o ihtiyacımı yine burada doyurayım dedim. Ama son yazdığıma bakınca bi içim sıkıştı. Koyamadım.
O yüzden böyle bir ara yazı. Dobarlanacağız hep beraber. Bir de Kapadokya bir güzel.
Birkaç gündür metrobüste gördüğüm melatonin reklamını düşünüyorum. Markaların, holdinglerin, siyah ekranlar üzerine yazdığı "başımız sağ olsun" spotları ve önümüzdeki durakları belirten görsel arasında aniden beliren melatonin reklamını.
Sistem bizden çalınan bir şeyi bize geri satmanın yollarını buluyor her zaman. Herkes el ele kol kola, kendi ayrıcalıklarının arakladığı, maddi olsun olmasın her şeyi ya maddi bir şeye dönüştürüyor ya da ikinci tur kazanca. Herkes cebine giren üç kuruşun biriyle deprem bölgesine fayda sağlamaya çalışırken, cebinde milyonlar olanlar hiçbir işe yaramayan sadakalar dağıtıyor. Temel ihtiyaçlar yok, güvenlik yok. Bunu bilen kimsenin uykusu da yok.
Bizden huzurumuzu, dostluğumuzu, uykumuzu çaldılar. Dayanışmamızı çaldılar. Güvenimizi çaldılar. Gündelik hayatın önemsiz sohbetlerini, nefesimizi çaldılar. Hayat devam ediyor ve sürüklenmeye devam ediyoruz. Al melatonin, al vitamin, uyu şimdi ve yarına verimli başla, her şey devam etmek zorunda. Çünkü yaptığın hiçbir şey işe yaramıyor, gönderdiğin hiçbir şey yerine gitmiyor, bağışladığın her kuruş başka birinin cebine giriyor.
Çok üzülüyorum. Kimse bunu hak etmiyordu. Bu ülke bunu hak etmiyordu.