İyi geceler
- Ne güzel, blog yazmıyor olmanın sebebi olarak "internet yoggi" diyebiliyordum. İzmir'e gelince anladım ki işin özü bizzat benim tembelliğimmiş.
- Yapmam gereken çok şey varmış da yapmıyormuşum gibi bir his mevcut, ama sanırım o da bizzat benim tembelliğimin getirdiği bir his.
- O değil, herkeste tuhaf bir mutsuzluk ve hevessizlik içinde bir Formula-G ve Hidromobil daha geçti. Geçen sene kavga edilen gençlerle bu sene muhabbet kuruldu, farklı nedenlerden ötürü daha az fotoğraf çekildi, yarışlar sağ salim atlatıldı. Geçen sene de olduğu gibi Bilim ve Teknik'te anlattık Sadi Abi ile neler olduğunu, ama özetlemek gerekirse görüntüler şu şekil bu şekil idi:
- Meğer sıcak havada şekerli bir şeyler içmek gerekirmiş, düz su içmek vücudu "erozyona" uğratır, varolan tuzu, şekeri kaybetmenize neden olurmuş. Bunu yıllardır fotoğraf çekmek için çıktığım piste, ilk defa yanıma yeterli su alarak gittiğimde ve ilk defa fenalaşıp, sekreterliğe titreyerek döndüğümde öğrendim. Hey gidi hey, meğer sağlıksız bir şeyler içsem kendime gelecekmişim.
- Bilgisayarım "BANA FORMAT AAT" diye bağırmakla kalmıyor, her geçen gün sesini daha da yükseltiyor. Terbiyesiz.
- Geçenlerde yazacaktım unuttum. Ortaokulda, ilkokulda tanıdığınız ama pek diyalogunuzun olmadığı insanları, yıllar sonra ilk defa, metroda, otobüste, takım elbisesiyle işe yahut iş görüşmesine giderken gördüğünüzde çok garip hissediyorsunuz. Yani, sizin adınıza konuşmayayım, ben hissediyorum. Lise, üniversite öyle değil bak, ama ilköğretim tanıdığı bir acaip.
- Geçen yazıyı yazıp fotoğrafı eklediğim gün, koyun hemen karşısındaki plaja Sayın Şakarer ve Sayın Yeşil teşrif ettiler. Yüzerek ortada buluşmaya karar verdik, tabii ki gençler üşendi, ve ben bir şekilde karşı kıyıya kadar yüzdüm. Bir süre denizde muhabbet ettikten sonra, hiç istifimi bozmadan onlarla plaja çıktım. Annem arayıp "birayla midye söyleyeceğiz, seni bekliyoruz" deyince de aynen yüzerek döndüm. Burayı okuyan ve beni pek tanımayan birileri varsa, "Peki ne var bunda?" diyebilirler. Dünyanın en üşengeç ve en kondisyonsuz insanı olmam göz önünde bulundurulduğunda, normal koşullarda değil Aya Yorgi'yi bir uçtan diğer uca yüzmem, ortaya kadar gitmem, daha doğrusu gitmeyi denemem bile söz konusu değil. Nasıl bir gaza geldim kim bilir (Dipnot: Az önce yazıda bu durumun beni ne kadar yorduğunu, yüzme esnasında kaç kere nefesimin kesildiğini çaktırmadığım gibi, annemlerin yanına dönerken de dizlerimin titrediğini çaktırmadım, ve yo dostum yo, yiğitliğe kesinlikle b.k sürdürtmedim).
- Tahmin edeceğiniz üzere, tabii ki işten ayrıldım, ama burada bunun getirdiği hissiyatları, ya da öğrencilerime nasıl veda edemediğimi, nasıl sarılamadığımı anlatmayacağım. Onun yerine şu fotoğrafları koyacağım, neden bilmiyorum. Çocuk dediğin güzel şey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder