30 Temmuz 2010 Cuma

Yıllığımızın da adresimize ulaştığı şu günlerde...

Bizim İstanbul'da olmamız ve İzmir'e bugün gelmemiz, yıllığın elimize geçme sürecini biraz uzatmış olabilir. Ayrıca buradan İzmirli olmayan tüm arkadaşlarıma sesleniyorum; şu cümleyi "andaç" kelimesini kullanmadan yazabilmek için negatif enerjimle kaç çiçek kuruttum biliyor musunuz?
"kuruttuuuuğum çiçekleeer..."

Neyse efenim, kendi kendime düşündüm ki; madem Ali Bey "Nil, Çarşamba günü burada ol bak" demiş, o zaman neden pazartesi günü İstanbul'da olmuyorum? Madem Cumartesi günü de Ayşe'nin doğumgünü var, o zaman neden bir sonraki Perşembe gününe kadar kalmıyorum? Peki bu gezide neler oldu, neler yaşandı, kimler görüldü? Bunların ne kadarı hepimizi ilgilendiriyor, ne kadarından bize ne? İşte bütün sırları, bütün bilinmeyenleriyle bir İstanbul gezisi daha karşınızda... Ehm...

Çarşamba akşamı gerçekleşen Bülent Ortaçgil konserini nasıl anlatsam bilemiyorum, konser yorumlamayı ancak arkadaşlar arasında severken, kamuya açık alanlarda nedense bu hakkı kendimde görmüyorum. Ama kesinlikle keyifliydi. Birkaç küçük detay vardı elbet, ama keyifliydi. Konsere dair düşünüp gülümsediğim ya da gözlerimin dolduğu anlar, "meh" dediklerimden çok daha fazla.

Bunun yanında, evet Ayşe Hanım'ın doğumgünüydü, parti için ufak bir tekne kiralanmıştı, biz ise biraz müziklerden sorumluyduk. Eminönü'nden Beşiktaş'a yolculuğun sarsıntılı geçmesi ve mide bulantısı yaratması nedeniyle müthiş yemeklere yaklaşamamış olsak da, ilerleyen saatlerde güzel şarap hehey müzik eşliğinde topyekün zıpladık. Ayşe Hanımlar iyi ki doğdular, biz de iyi ki eğlendik yahu. (Dipnot: geceye dair kafamdaki en net görüntü, Ali Desidero'da Ali'nin bana bir klark çekmesi ve kahvedekilerin (Alper, Joe ve Ulaş Abi) "ınının ınının ınınınıııın" demesiydi. Evet, "ınının" derken eller bir yandan 'noleyobilader' dercesine döndürülüyordu.)


Akabinde, yurtseverkardeşlerimizle toplanıp bir kahvaltı yapmayı elbette ki eksik etmedik. Gerçi evet, kadroda eksikler vardı, ama maksat gönüller bir olsundu. O gündür ki, sofralar kuruldu, çay üstüne çay kondu, gençler kahvaltılık sosa doydu, muhabbetin kahvesi ve falı boldu. Evet, çok misafirim olmuyordu, olmuşken de tam olsundu. Üstelik, fotoğrafta da görecektiniz ki, kağıt havlumuz da bu kahvaltıda başrolü kapmıştı.


Aynı gün buluşmalara doyamadık ve pek sevdiğimiz insanlar olan Deniz ile Uygar'ı dürtüklemeye Bebek'e indik. Çimlerde yaya yaya yenilen bir takım McDonald's menüleri sonrası gaza gelip Arnavutköy'e yürüdük. Sonra gaza gelip Beşiktaş'a yürümeye karar verdik, ama benim gazım Ortaköy'de söndü; zira gençler Beşiktaş'tan direkt karşıya geçecekken benim Etiler ya da Bebek taraflarına dönmem gerekiyordu. Efsaneye göre Deniz ve Ali Beşiktaş'a kadar yürümüşler, o esnada ben Bebek'e giderken otobüste uyumamaya çalışıyordum.







Tabii ki görüşmek istediğim insanlardan biri kessinlikle Emir Bey idi, ancak kendisini arar aramaz, "Yaa dur yaa sen pazartesi burada mısın, dur bir konser verelim seninle ehe ehe" şeklindeki ahlaksız teklifleri bu düşüncemi yeniden değerlendirmeme neden oldu. Yok yahu yok, olmadı niye olsun, hastasıyım Emir Bey'le konser vermenin. Kendileri son derece L bir insan olarak bir takım kamplarda görev almışlar, kampın son gününde de bir takım eğlenceler vuku bulacakmış. Hemen atladım gittim elbette ki, uzun uzun prova yaptıktan ve muhabbet ettikten sonra yabancı gençlerimizin Türk folklorüne katkılarını izledik, akabinde de sahneye attık kendimizi. Evet, biraz Öykü ile Berk kardeşler olmuştuk adeta, ama neşe doluyduk. (Dipnot: Konser fotoğraflarından öğrendiğim bir şey var; dik durmam lazım. Ve ne yaparsam yapayım şarkı söylerkenki eblek ifademden kurtulamıyorum; "yani olmuyooor olmuyor istesem de...")






Ve bu tatil bir çılgınlık edip, Uluç Beyler sağolsun varolsun, kayıt işlerine girdik. Gitar çalamadığım halde gitarda yapmaya çalıştığım bir takım besteler, elbette gitar çalabilen insanların elinde güzelleşiyor, dinlenebilir hale geliyor. Ben de "madem gitar çalan ve kayıt işlerinden anlayan arkadaşım var, o zaman kendisini çılgınca dürtüklemeliyim" deyince, bir takım besteler de kaydedilebilir hale geldi. Üstelik bu olayı anlatırken neden paragraf da okunmaz hale geliyor bilemiyorum. Sonuç olarak bol kola eşliğinde sakız gibi ham kayıtlarımız oldu. Darısı düzenlemelerin başına....

İstanbul'da yaptıklarımız, gördüklerimiz elbet ki bunlarla sınırlı değildi, ama okurken kendi içimi bayınca daha fazla yazmamaya karar verdim. Yine aynı nedenden dolayı, Ayşe Hanım'ın doğumgünü hediyesinden gelecekte bahsedeceğim. Ve unutmayın, Cartel bir numara, en büyük, cehennemden çıkan çılgın Türk...

Hiç yorum yok: