(Ulan bu yazıya ben içimi dökmek için başlamadım, niyetim 'şu ara neler oldu, hem azıcık da fotoğraf çektim, onları paylaşayım' demekti. Ha ne oldu, zobof diye kusuverdim. Ama onu en sona attım ki, okuyan biri varsa buraları, içi kararmasın. Çok istiyorsa en sonda okuyabilir.)
Geçtiğimiz gün Emir Bey iş görüşmesi için Mecidiyeköy'deydi, tabii Şişli'de ikamet eden bir insan olarak kendisini iki üç dakika görmeden bırakamazdım (burada şair Şişli'ye, Mecidiyeköy'e yolu düşen herkese sesleniyor; "haber verin, 5 dakikaya oradayım"). Hikayemiz Emir Bey'i Merve Hanım'a sağ salim teslim etmemle bitmiyordu tabii ki, tam tersi, maceramız(?) yeni başlıyordu, ve uzun zamandır ilk defa fotoğraf makinam yanımdaydı. Emir, Emir ve Gültuğ ile taksime doğru yola çıktık, amacımız yolda Berkay Bey, Melis Hanım ve Canberk Bey'i de aramıza katarak Mispis konserine gitmekti. Taksim'e gelir gelmez Berkay Bey aramıza katıldı, biz de fırsattan istifade kendimizi çaya ve poza vurduk...
Benim başıma gelmedi hiç, ama aramızda çay içmeye dalıp da zamanın hesabını tutamayanlar, konser kaçıranlar varmış. Yok, kaçırmadık, aksine erken giderek Selim Saraçoğlu'nu izleme şerefine nail olduk. Kendisinin internet üzerinde bir kaydı yok, o yüzden yakaladığınız noktada izleyin, biz ağzımız açık izledik. Sonra da gidip kendisiyle konuşun, zira dünyanın en alçakgönüllü ve tatlı adamlarından biriyle bizzat tanışmış olacaksınız.
Daha önce de bir yerlerde bahsetmişimdir diye tahmin ediyorum, Mispis'le duygusal bağım var, adeta bir yeğen, bir kuzen gibi severim, hatta yeri gelir "kardeşimsiniz lan" derim, çekinmem. Bu sefer son stüdyo çalışmalarında doğaçlama ortaya çıkan şarkıları sundular bize, bence pek de iyi ettiler.
Muhabbetle kapattık geceyi, ki geceyi muhabbetle kapatmak en güzelidir. Tam iki gün sonra da şöyle bir olay gerçekleşti bu arada:
Şu anda ise, bir yoğunluktur ki, hiç fark ettirmeden hayatı nasıl eline geçirdi, hiçbir fikrim yok.
(...)
Ani iç (ç)döküş: Sırtı-beli-omzu ağrıyan, cılız bir insan olmamdan kelli artık fotoğraf makinasını taşıyamamak, haliyle elimde pek fotoğraf olmaması, birbirinden ilgisiz durumlara birbiri ardına koşturmak, bir şeyler yapar gibi yapmak, ama yapılanların önceden yapılanlardan çok da farkı olmadığından kelli buraya koymaya çekinmek şu anda sanal hayatımın özeti.
Halbuki birinin bana şunu şu şekilde hatırlatması lazım: "Genco, bu bir günlük. Buna başlamanın nedeni zaten çektiğin fotoğrafları koymak, yaptıklarını kendine hatırlatmaktı. Hani, sonradan dönüp baktığında 'ahanda bunları yapmıştım ben, doğru ya, saçma sapan geçmemiş bunca zaman' diyebilmekti. Manyak mısın, hatırlatsana kendine, ne önemi var?"
Ama işte şöyle de bir durum var; buraya yazdığım, keyifle yaptığım her şey, yetişkin hayatına uyarlandığında pek bir işe yaramıyor. Ve dönüp bakmak biraz can acıtıyor. Ya da aynı şeyleri yapıyor olmak, ilerleyememek. Ya da ilerleyebilmek ama işte o ilerlemenin hayatta kalmaya yetecek hiçbir şeyi sağlayamaması. Her şeyi bırakıp gitmek ya da aynı bahçede debelenmek. Ve benzeri ve benzeri.
1 yorum:
size pek az bi sey gibi gelen seyler kimi zaman baskalari icin ilham verici olabiliyor aysegulnazcancigim, o yuzden ayni bahcede debelenmeye devam ediniz lutfen
Yorum Gönder