30 Mart 2010 Salı

İşte aylardır beklenen an...

Evet, aylardır beklenen yeni Mighty Consultant macerası The Curse of the Epilepsy, bugün vizyona girdi. Sevilen çizgi romandan uyarlanan film, ilk gösteriminde eleştirmenlerden tam not alırken, çizgi romanın bazı takipçileri senaryodaki farklılıklara tepki gösterdi. Filmi görmek için bir gece önceden sıraya giren hayranlar, "Okul müdürü,öğretmen, veli çizgi romanda hep erkekti, filmde kadın olmuş, bu nasıl iş" derken, bir yandan da "aslında daha iyi oldu ya, gözümüz gönlümüz açıldı, neydi o öyle" şeklinde açıklamalarda da bulundular.

Consultation kavramına yeni bir boyut getirmek gibi bir iddiaları olmadığını söyleyen Yönetmen Nil İpek Hülagü, "bu filmle hem aksiyon dolu bir çizgi romanı gerçek hale getirmek, hem de danışman ve danışanlara biraz farkındalık kazandırmak istedik" dedi.

29 Mart 2010 Pazartesi

Moja Generacija

Ya da My Generation. Sanırız Yugoslavya'da, yabancı şarkıları aynen çalıp kaydeden, ya da üzerine başka dilde söz yazan gruplar var. Evet Ajda Pekkan'ın yaptığı da uzunca bir süre bu ikincisiydi, ama yine de insan yabancı bir dilde dinleyince tuhaf oluyor.


Hazır eşyalı bir evde oturmanın en güzel yanlarından ikincisi tabii ki evde, dolaplarda bulduğunuz anlamlı anlamsız bir sürü şey. Birincisi ise gayet materyalist bir şekilde maddi anlamda bir zorluk yaşatmaması, ama konumuz bu değil. Konumuz, tam olarak bunu yazdığım masanın yanındaki dolapta bulunan mebzul miktarda 45lik ve işimizin gücümüzün olmadığı bir pazar akşamı.

Plaklara ciddiyetle yaklaşan adam Ali.

Efenim, Sayın Öztürkmen'i de ortak ettiğimiz serüvenimizde gördük ki, söz konusu plakların içinde "Samanyolu" ya da Haramiler'den "Aya Bak Yıldıza Bak" gibi, pek nostaljik, yeri geldi mi 60ların bütün oynaklığını hissedeceğiniz 45likler mevcut. Bunun yanında Galatasaray'ın şampiyon olduğu bir sene, atılan önemli gollerin spiker Orhan Ayhan tarafından "takdim edildiği" hoş bir çalışma da var.

"Halıfleks-hem yer döşemesi hem halı"

Serüvendeki bir diğer önemli nokta da, 33lük bir plak takılıyken, devir hızının 45likte kalması vokal girene kadar anlaşılamayabiliyor. İtiraf ediyoruz, biz anlayamadık.

24 Mart 2010 Çarşamba

Sunumumumumumumumumumu


Bir sunumu daha geride bırakmışken (gerçi tam bırakamadık, haftaya kaldı), dönemimizi ppt sunumlara indirgeyen zihniyete el sallıyorum. Naber?

Şimdi olay şundan ibaret, yaptığınız işin gereksiz olduğunu, yaparak bir yere de varamadığınızı hissettiğiniz anda önünüzde iki seçenek beliriyor: ya geçiştireceksiniz, ya da eğleneceksiniz. Son dönemde biraz eğlenmeyi seçtik biz. Birazcık. Az.

Bu konuya daha sonra döneceğim, ama önce Galip Tekin'in ne kadar muhteşem bir insan olduğunu vurgulamak istiyorum ve bunun bizi meyhanesinde ağırlamasıyla kesinlikle alakası yok. Ama, merak ediyorsanız, meyhanesinde ortam şöyle diyebiliriz:


Galip Tekin'e övgü: adamı asıl muhteşem yapan bizzat kendisi yahu. Bugün de kendisini kısaca dürttük, dünyanın en mutlu insanları olduk. İstiyorum ki bütün dersler Galip Tekin'in olsun, tek sorumluluk da çizim yapmak ve muhabbet etmek. Hayal dünyası işte. Aşağıda da sanki yolda yakalamışız da zorla fotoğraf çektirmişizcesine poz verdiğimiz bir fotoğraf göreceksiniz.


Eğlenmek diyorduk... Pek eğleniyoruz sunumlarda, evet.

(Spoiler vermek gibi olmasın, salı günü sinemalarda...)

18 Mart 2010 Perşembe

Spreadable Cheese

Şekil 1.a - Tecavüz anı

Geçen cumartesi yine Ankara'da, yine Dib sahnedeydik 7pf2p olarak. Uzuun yollar, seviyesiz geyikler, kuzu kuzu etler, kabak tatlıları (işte aç bir insan olarak bu noktada kontrolden çıkabilirim), sis, yorgunluk, hastalık, portakal ve cacık derken sağ salim İstanbul'a geri geldik.


Her zaman söylerim, yine söylüyorum, Dogs çalışınıza kurbanım sizin. Evet, yorgundum, evet, hastaydım ve hatta sahnede artık dayanamayacak hallere yaklaşıyordum, ve evet evet, şarkı 20 dakikaydı. Ama olsun, kurbanım.


Bütün bunların dışında bölüme karşı tekrar olumlu duygulara gark oluyor ve bunun her dönem yaşanan gereksiz buhranlardan biri olduğunu düşünüyorum. Ve hatta hareketsizliğimden ve tembelliğimden bile bir nebze kurtuluyor olabilirim. Her dönem başı "bu sefer gerçekten hiç keyif almıyorum okuldan" dedikten üç hafta sonra okul şekil almaya başlıyor, ve ben her dönem başında, bunun her dönem başı yaşanan bir rutin olduğunu anlamıyor ve olayı ciddiye alıyorum. Böyle de zeki bir insanım.

Bir yandan, işbu (şu anda canımı sıkmayan) kısırdöngüler içinde, geçtiğimiz iki yılın farklı dönemlerine dair bir şeyler ortaya çıktığında hoşuma gidiyor. Hatta direktman Fatih'e teşekkür ediyorum sanırım buradan, hatırlattığı için.

Geçmiş bir yana, resmen acıktım yahu ben.

12 Mart 2010 Cuma

Ton Balıklı Makarna.


Dün akşam Rock Korosu'nun geçen dönem gerçekleşmeyerek bizi hüzünlere gark eden konseri vardı sayın seyirciler, ve hatta koro şefi de, arkadaş kontenjanında da pek sevip saydığımız, aynı zamanda bir 7pf2p prensesi olan Ceren Hanım'dı. Ancak kendisini pek ortalarda göremedik, zira kendisi ya balkondan sesi kısılmak üzere olan koristleri topluyor, ya da öksürüyordu. İkisini de yapmadığı kısa zamanlardan birinde "çok hastayieam" diyebildi, biz bunu diyebilmesine bile şükrettik o an.


Neyse efenim, bu konserin en güzel yanı bana çok uzun zaman sonra tekrar fotoğraf çekme ve Garanti Kültür'ün ışıksızlığını hatırlayıp içimden ekipmanıma bir kez daha küfretme fırsatını vermesiydi. Gerçi haksızlık etmeyeyim, hoşuma giden birkaç bir şey var aralarda, ama zaten uzun zaman sonra tekrar koşuşturmak, oradan aradan bir yerden fotoğraf çekecek bir yerler bulmak, surat ifadesi beklemek, hareket gözlemlemek, şarkıyı takip etmek ve benzeri bir sürü detay o kadar güzel geldi ki, çıkan fotoğraflar pek de umrumda değil.


Yalan söylüyorum, tabii ki umrumda. Ama işte, olduğu kadar. Ayrıca evet, Rock Korosu konserine gidip korodan çok orkestrayı çektim, yapmadım değil. Bunlar da pek net olmasalar da geceden pek sevdiğim iki fotoğraf diyebilirim, ilki Uluç'un surat ifadesinden, ikincisi bizzat hareketliliğinden :



Neyse, bütün bunlardan bağımsız ve güzel bir şey: yarın 7pf2p olarak Ankara'da, Dib Sahne'deyiz. Bu haberin yalan ve can sıkıcı olan bölümü ise Ceren ile Emir'in hastalık sebepli aramızda olamayacak olması. Yani, bir deplasman konserini daha eksik kadroyla veriyoruz ulan. Kozmik dengeler, ne alıp veremediğiniz var grupla, allasen?

8 Mart 2010 Pazartesi

Bunalıma girmeyen gencin bunalım maceraları.


1-Yine bomboş muhabbetler peşindeyim aslında.

2-İnsanın yapacak çok şeyi varken tek isteğinin hiçbir şey yapmamak olmasının hastasıyım. Çünkü aynı insan yapacak hiçbir şeyi yokken de kendine iş üretiyor.

3-Gönül istiyor ki okul iki sene önceki gibi olsun. Bölümümde devam etmek istediğime dair içimde bir istek olsun mesela, dersler biraz daha keyifli olsun.

4-Bugün Ozan Bey'e rastladım. Bölümüme tepkimin nedeninin muhtemelen bu sene mezun olmamla alakalı olduğunu söyledi. Düşündüm de, mümkün.

5-İki haftada bir karar değiştirmekten vazgeçmem lazım ulan. Bu ne.

6-Bu kadar bık bık bık konuşuyorum, dönem öyle harala gürele geçecek ki muhtemelen hiçbir şey anlamayacağım. İşte o zaman da "zaman çogızlı ilerledi ya" diye bık bık bık konuşacağım. Evet, en büyük hobim bık bık bık konuşmak.

7-Ayşegülnazcan elbet lunaparkta. Elbet yine hayat Ayşegülnazcan'a güzel. Elbet Ayşegülnazcan aslında pek mutlu. Ama kimse hayatını lunaparkta geçiremez ki. Ya lunaparkta çalışman gerekir, ya da akşam olunca evine dönersin-ki lunaparkta çalışmak, lunaparkta olmak kadar zevkli midir tartışılır. Yani sırf lunaparktan çıkmayayım diye bilet mi kesmeli insan?

8-Oooh, metafor da kullandım, artık kimse beni tutamaz. "Ayşegülnazcan Mağaralarda" diye yeni blog açacağım, kimse beni anlamıyor konulu yazılar yazacağım. Beklerim:)